Yazarlar

Her gün Cumhuriyet!.

post-img
Bir bölümü Bursa'nın Keles ilçesinde geçen çocukluk yıllarıma dair hatırladığım ilk bayramdır "Cumhuriyet" kutlamaları... Birinci Murat İlkokulu Müdürü rahmetli Recep Bodur organize ederdi törenleri. Erkekli, çocuklu yöre sakinleri zaten tek olan girişteki ana yolun bir yanına dizilir, ak yazmalı kadınlarsa az ileride, mezarlığın altındaki tepeden izlerlerdi kortejin geçişini. İlkinde "Ben de yürüyeceğim" diye tutturmuştum!.. Çok kalender adamdı Recep Bodur... Mehter takımı mensuplarının kuşandığı tahta kılıçlardan birini hırkamın üzerinden sokup, üst dudağıma da bir bıyık yapıştırarak en önde yürütmüştü beni. Sonra, bir dahaki sene annemin diktiği, kırmızı-beyaz renkli mehter kıyafetimle yürümüştüm kortejin en önünde. Hemen arkamdaki uzun boylu çocuk rahmetli Sami İlman'dı... Uzun yıllar sonra gencecik yaşta bir trafik kazası sonucu kaybedecektik O'nu... O günlerden bu güne yadigar kalan bu fotoğrafların gizli kahramanıysa Keles'in ilk profesyonel fotoğrafçısı rahmetli Süleyman Yıldız'dı... Eğer Süleyman dayı "Yıldız Fotoğrafhanesini" kurmasaydı, ilçede pek çok insan anısız kalacaktı bu gün... Yaşım ilerleyince yaz tatillerimi o sıra subay olan dayım Yavuz Ekmekçi'nin yanında geçirmeye başladım... Her yıl mutlaka bedenime göre bir asker kıyafeti diktirir, ayağıma göre de bir komando postalı yaptırırdı... Bir bayram da o kıyafetle yürümüştüm... Arkamdaki kızın adı "Ülkü'ydü"... Ziraat Bankası müdürünün kızıydı; güzel hatundu doğrusu... Cumhuriyet Bayramı gelir de "şiir okumamak" olur mu hiç? Pek çok defa şiir okumuşluğum da vardır kürsüden... Sonra Bursa'da ilkokul beşinci sınıfta "kurtuluş savaşını" betimlediğim bir tiyatro oyununun senaryosunu yazıp, öğretmenle birlikte yönetmiştim... Ohoo! Lisedeyse oratoryolar, törenler, bin bir türlü etkinlikler gırla gitti... Eskiden Bursa'da bayram törenleri Heykel'de, Atatürk Caddesi'nde yapılırdı... Önce vali, belediye başkanı ve garnizon komutanı üstü açık bir aracın üstünden halkı selamlar, ardından da protokol türbinindeki yerlerine geçerlerdi... Devamında "İzmir Marşını" çalarak belediye bandosu gelir, yolun karşısındaki yerini alırdı... Ve resmi kıyafetleri içinde yürüyen Işıklar Askeri Lisesi öğrencileri ve okul bandosu görünürdü az ileriden: "Dat dit dat dit, dattaradan..." Tam protokolün önüne geldiklerinde bando başı elindeki asayı yukarı doğru fırlatır, düşerken tutmayı başardığında büyük bir alkış kopardı... Ve Bursa Bursa Kız Lisesi: "Dattaradan, dattaradan, dat dit dat dit dandaradan..." Bu arada, şehrin eski fotoğrafçılarından Foto Sonay, Foto Aloy, Foto Sibel gibi stüdyoların elemanları da harıl harıl çalışır, yürüyen herkesin resimlerini çekerlerdi... Daha sonra bunları işyerlerindeki camekanda sergilerler, kendini orada gören herkes bu fotoğrafları satın alırdı... O döneme ilişkin pek çok fotoğrafım da vardı ama ne olduysa oldu, taşınmalar sırasında kaybolup gitti her halde; bulamıyorum... Ve efendim, Kılıçkalkan: "Şak şak kıdı şakkıdı şak şak..." Meydanda kısa bir gösteri yaparlar, birbirlerinin kalkanlarını döverek seremoniyi tamamlarlardı... Okulların geçişi bittikten sonra sirenlerini çalarak ilerleyen itfaiyecilere gelirdi sıra... Sonra araçlarının her tarafına yeşil yapraklı ağaç dalları tutturulmuş kamyoncular, esnaf odaları filan... Hiç unutmam, garibim "çöpçüleri" en sona bırakırlardı!.. Çöp kamyonlarının içinde, ellerinde çalı süpürgeler, pek itilmiş vaziyette gelirlerdi kortejin ardından... Yıllarca pek çoğuna bizzat katıldım, pek çoğunu izlemek üzere sabah erkenden kalkıp tören alanında yerimi aldım lakin, geldiğim bu yaşta tüm bunlar çok saçma geliyor bana biliyor musunuz? Hatta dahası, komik!.. Çetin Altan'ın geçmişte sık sık vurguladığı gibi, "Türk'e, Türk propagandası yapmaktan" başka bir şey değil!.. Eski demir perde ve üçüncü dünya ülkeleri hariç, gelişmiş devletlerin hiç birinde itfaiye erleri, çöpçü ya da kamyoncular yürütülmüyor bayramlarda!.. Neydi o garabet öyle ya?!. Her sene 10 Kasım geldiğinde her öğrenci çiçekçiden bir demet Kasımpatı alıp yanına, okula mutlaka öyle gitmeliydi... O demetler bahçedeki Atatürk büstünün önüne yığılır, saat 9'u beş geçe heykele saygı duruşunda bulunularak derslere öyle başlanırdı... Bunun çiçekçilerden başka kime ne faydası vardı, hala anlayabilmiş değilim şimdi? Eskiler hatırlar... TRT siyah-beyaz yayın yaptığı dönemde saat 23.30'da şalteri kapatırdı... Ve bir manga askere "Tüfek omuza" denildikten sonra gidilip Anıtkabir'e çelenk bırakılır, sonra Türk bayrağı göndere çekilip, ardından da İstiklal Marşı okunurdu... Ve yıllarca devam edecek bu yayın her gece tam "17 dakika" sürerdi!.. Sonra Azerbaycan resmi televizyonu da yaptı aynı şeyi bize öykünerek... Lakin onlarda manga komutanı TRT'de yayınlandığı gibi "Tüfek omuza" değil, "Y.rak omuza" diyordu tam öz Türkçe bir ifadeyle!.. Bak sevgili okur, bana kızma!.. Ben akılcı düşünce ve gerçeğin peşindeyim... İnsanı mutlu eden yalanlar yerine, mutsuz eden gerçeklerle ilgileniyorsan eğer buyur, bu sütunlara her zaman gel; beklerim... Çok fazla insan da istemem hani, anlaşacak kadar olsun yeterli. Kaldı ki, zaman zaman yineliyorum, bir yazar "at sineği" gibi olmalı, okuru rahatsız etmeli!.. Ne demek cumhuriyet? "Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi." En belirgin özellikleri nedir peki? "Halkın egemenliğine dayanan bir yönetim şekli olması. Hukukun üstünlüğüne dayanması. Halkın seçme ve seçilme hakkının bulunması." Teşkilat-ı Esasiye yani, 1924 yılında yapılan Anayasa'yı Türk halkının seçtiği milletvekilleri onaylamamıştır en başta!.. Atama milletvekilleridir onlar!.. Aslında bir ve ikinci meclisi de Türk halkı seçmemiştir! Dahası, adı "Cumhuriyet" olan bu rejimde 1938'e kadar "halk iradesine" hiç baş vurulmamış, bir tek sefer bile seçim yapılmamıştır!.. Daha sonra İsmet İnönü döneminde yapılan göstermelik seçimse "açık oy, gizli tasnif" yöntemi uygulanarak büyük bir hileyle gerçekleşmiştir. Yani halkın oyları aleni bir şekilde topluca çalınmıştır! Ve ondan sonra kuruluştaki "Devletten, milletten beslenenlerin" ardılları sürekli askeri darbeler yaptırmış, en başta İngiltere ve ardından Amerika'nın kucağına oturtulan "milli egemenlik" sürekli tecavüze uğramıştır!.. Ne güzel Cumhuriyet değil mi? Katoliklerin Papası, Ortodoksların patriği, Budistlerin Dalai Laması varken sözde "laiklik" kisvesi altında elindeki hazine kıymetinde "Halifelik" kurumunu kaldırıp, günümüz Türkiye'sinde hala 150 bin din görevlisine her ay maaş vermek ne güzel değil mi? "Tak Şak Paşa" eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş gibi bir talimatla, Türklerin en önemli hükümranlık simgelerinden olan Ayasofya'yı müzeye çevirmek ne güzel di mi? Örneğin Rusların, Japonların, Yahudilerin, Çinlilerin, Yunanların, Kore'nin, Ermeni'nin, Hintlilerin kendi alfabeleri varken ve bu ülkeler dünyaya entegre vaziyette pek çok alanda başarı kazanmış durumdayken günümüzde, 1000 yıldan beri kullandığımız harfleri Latin alfabesiyle değiştirmek ne güzel değil mi? "Türk, çalış, övün, güven ama biraz da düşün artık!.." Bu memleket şimdiye dek hiç olmadığı kadar bağımsız ve halk iradesiyle yönetiliyor günümüzde. Rahip mi? "Milli güvenlik" sorunuysa eğer, papaz da veririz rahibe de... Ama 10 büyükelçinin ülkelerinin tümüne birden tükürdüklerini yalatabilen bir Türkiye bu gün itfaiyenin, kamyoncuların, çöpçülerin önümden geçip gitmesinden çok çok daha fazla gurur veriyor bana!.. Bu durumda, "bize her gün Cumhuriyet"!..

Diğer Haberler