Erol Toy, Vehbi Koç’un hayatını anlattığı “İmparator” isimli kitabında Türkiye siyasetine uzun yıllar damga vuracak Süleyman Demirel’den de bahseder…
Çoban Sülü, Yüksek Çobanlık Akademisi’ni bitirerek, her gece uykuya dalmadan önce sürüsündeki koyunları sayıp, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğüne kadar yükselmiştir…
Bir başka rivayet de “fasonların” O’nu himaye edip ikbal merdivenlerini önüne dayamaları sonucu olmuştur bu iş!..
Duvar Ustası Yüce Hiram “Yürü ya brother” dedi mi bir insana başbakan da olursun, Cumhurbaşkanı da!..
Mustafa Sandal’ın şarkısında dediği gibi, “Ama onun ruhu yok”!..
Koç’un müdürleri çalarlar bir gün Demirel’in kapısını ve “Adalet Partisi’nin ilk kongresinde genel başkanlığa aday olacaksınız” derler.
“Aman efendim, ben kim, politika kim?!. Üstelik de orada kökleşmiş deve dişi gibi bir adam var, Ragıp Gümüşpala” yanıtını verir Süleyman Bey!
“Siz işin orasına karışmayın beyefendi” diye devam eder içlerinden biri; “seçimde şu kadar oy alacaksınız”!..
Demirel sandığa girer ve kazanır ama vaat edilen rakamdan 4 oy eksik almıştır!..
Aynı adam yine gelir ve “Kusura bakmayın” der, “o dört kişi Anadolu yollarından gelirken trafik kazası geçirdi. Onun için yetişemediler”!..
Adalet Partisi delegelerinin büyük çoğunluğu, Türkiye’nin çeşitli yerlerine dükkan açmış, Koç’un beyaz eşya bayileridir!..
Ben ve babam da dahil Bülent Ecevit’i yıllarca “halkçı bir lider” olarak tanıdı pek çok insan gibi…
Oysa Robert Kolej’de okuyan, akranlarının kibrit kutusundan arabaları bile yokken henüz o yıllarda, bembeyaz kısa pantolonuyla üç tekerlekli bisiklete binen, boynu papyonlu, ayakkabıları ak deriden, aristokrat ailenin bir üyesi nasıl halkçı olabilirdi ki?..
Ha bu arada özellikle Sovyet Rusya’sında yaşayan, aileden soylu, mal mülkleri uzun boylu olduğu halde her şeyini bağışlamış, kendini halka ya da romanlarına adamış pek çok kıymetli insan vardı dünyada…
Vardı da Ecevit gibi Hiram Usta’nın dümen suyunda ilerlerken bu kadar korunup kollanmış başka biri daha yoktu alemde!..
Bilderberg öpsün hepsini!
Lise mezunu olacaksın, İngilizceyi de Demirel’den hallice konuşacaksın, birileri Devlet eliyle seni alıp İngiltere’ye basın ateşesi olarak gönderecek!..
Yetmedi, dönüşte CHP’nin dergisinde ekmek verip, yazılar yazdıracak…
Yine yetmedi, önce milletvekili, ardından da bakan yapacak!..
Ve sonra koşullar oluştuğunda dahası, oluşturulduğunda kafaya bir kasket, sırtına parka, “Karaoğlan” markasıyla pazara sürülüş!..
CHP’ye genel başkan yapılış…
Bülent Ecevit de bir proje adamıdır; hem de dibine kadar!..
Turgut Özal’ı söylemeye bile gerek yok…
Daha önce Demirel’in müsteşarıyken “24 Ocak kararlarının” bu millete fazla bağırtmadan yutturulması adına önce “Kemal Derviş” rolünü üstlenir Özal o yıllarda…
Ardından askeri darbenin de kapitalizmi koruyup kollamasıyla bu millet kan kusar, “kızılcık şerbeti içtim” der etraftakilere!..
Zaten eskiden beri egemen güçlerin temsilciliğini yapmıştır Özal…
Bakınız 70’li yıllar: MESS
Lakin, bizim memlekette baştan her emri eksiksiz uygulayıp yaşama geçiren liderler daha sonra canlanıp kanlanınca “milliyetçilik damarları” kabarıyor ve iplerinden boşalıveriyorlar!..
İşte o vakit de o ipleri kesip atıyor başta İngiltere’si, Amerika’sı; dahası aynı ipte sallandırıveriyor adamı!..
Bakınız: ADNAN MENDERESS
Turgut Özal’ı da çok erken götürdüler; FETÖCÜ ajanlar eliyle bu ülkenin medar-ı iftiharı Kaşif Kozinoğlu’nu nasıl iz bırakmadan öldürdülerse, Özal da aynı akıbete kurban gitti…
Meslektaş bir arkadaşım anlattı…
Kemal Kılıçdaroğlu o sıra silik bir milletvekili…
Aydın Doğan, Bursa’daki gazete temsilcisini arıyor; “Oraya Kemal Kılıçdaroğlu diye bir adam gelecek, karşılayın, sahip çıkın” talimatı veriyor!..
“Daha sonra anladık vaziyeti” diyor arkadaşım, “Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasından adamı yavaş yavaş parlatmaya başladılar”!..
Daha önce söz verdiği gibi, “tankın karşısına çıkmak” yerine, darbe gecesi İstanbul’a indiği vakit belediye başkanının evine sıvışan Kılıçdaroğlu’nun da bir proje adamı olduğunu Allah da biliyor, artık kul da biliyor!..
Hele hele İmamoğlu Ekrem…
Gören gözler için zaten hiç muamma değildi ama öyle bir döküldü ki foyası şu gayrı resmi biçimde İngiltere Büyükelçisi’yle birlikte yediği yemeğin ardından…
Binden fazla dairesinin olması, İstanbul’un en büyük alışveriş merkezlerinde hisselerinin bulunması bile bu kadar sarsamazdı toplumu!..
Bir kar yağışını yönetemedi İmamoğlu, yüzüne gözüne bulaştırdı…
Gerçek yüzü ortaya çıkınca da sırtına fosforlu işçi kıyafeti geçirip basın toplantısı düzenleyerek, “halkçılık” taslamaya kalkıştı…
Hele hele CHP’li trollerin o yemeğin başka bir zamanda yendiğini ispatlamak adına fotoğraf karesine yüzü görünmeyen tişörtü kısa kollu bir adam yapıştırma gayretleri vardı ki, tam anlamıyla bir rezillikti doğrusu!..
Bir yolcu uçağında eşekle karga yan yana seyahat ediyorlarmış…
Karga da canı sıkıldıkça yukarıdaki düğmeye basıyor, hostesi çağırıyormuş:
-Buyurun beyefendi, ne istemiştiniz?
“Bir şey istemedim, “incelik”(!) olsun diye çağırdım!..”
Böyle birkaç muzipliğin ardından bu kez eşek basar düğmeye!
Hostes yine gelir:
-Buyurun beyefendi, ne istemiştiniz?
“Hiçç, “incelik” olsun diye çağırdım!..
Kadın bu kez çok kızar ve kabin görevlilerini çağırıp, uçağın kapısını açtırdıktan sonra, “Atın bunu aşağı” der!..
Eşek sapsarı kesilir!
Karga sorar eşeğe, “Uçmasını biliyor musun sen”?
“Bilmiyorum” der eşek!..
Taşı gediğine koymanın zamanı gelmiştir artık:
“Madem ki uçmayı bilmiyorsun niye “incelik” yapıyorsun bu halde ulen?.”
Bir belediye başkanı yabancı bir temsilciyle görüşür mü?
Elbette görüşür…
Fakat devlet geleneğine göre resmi programlar sırasında görüşür; öyle kaçak göçek kapatılan, içeri başka hiç kimsenin alınmadığı balıkçılardaki gizemli toplantılarda değil!..
Bunun durum en hafif tanımıyla “casusluk faaliyetlerine” girer!..
Amerikalılar ya da İngilizler mevcut hükümeti düşürüp yerine Ekrem’i filan getirmek istiyorlarsa eğer, ülkesini, insanını, kültürünü, tarihini seven yurtsever herkes aynı fikirlere katılmasa bile bu operasyonun karşısındaki cephede saf tutmalıdır bence…
Kendisinin gayr-ı resmi bir şekilde orada ne aradığını es geçip, toplantıyı çeken kamerayı kullananlara suç bulmaya çalışıyor Ekrem efendi!
Peki ya çimdir ha bu Ekrem daa?
Her ay yüz milyarlarca lira kirayı heybeye indiren Ekrem paraları toplayıp, İngiltere’ye gezmeye gitmiş.
Gitmiş ama önüne çıkan Türklere ne selam veriyor ne de selamlarını alıyormuş!
Üstelik de hemşerisinin biri, “Ha bu kesun Laz’dır daa” diye düşünerek peşine düşmüş…
Bir ara yanaşıp sormuş Ekrem’e:
“Kardeşum sen laz misun”?
Ekrem’de çıt yok!
Adam yine sormuş:
“Kardeşum sen laz misun”?
Ekrem yine bakmamış adamın yüzüne!
Aynı soru arka arkaya yinelenmeye devam edince bu kez yanıt vermiş çaresiz:
“İnciluzum ula İnciluz!..”
Bilmem anlatabiliyor muyum?