Olayı anında duyurmak için canlı yayın yapmak üzere yaşamımda yakından gördüğüm ilk orman yangın sahasına vardığımda, işittiğim tek şey sadece bir "ağlama" sesiydi...
Korkunç bir uğultu ve feryat vardı orada!..
Çam ağaçları çatırdayarak ağlıyor, kozalakları büyük bir isyanla patlayıp sağa sola savruluyor, ormanın kurdu kuşu, karıncası, ağustos böcekleri ve dahi sincapları, kaplumbağaları, canlı namına artık her ne varsa hepsi çığlık çığlığa bağırıyor, sınıra yakın alanda bulunanlar büyük bir korku ve panikle kaçmaya çalışıyorlardı o gün...
Anlatılamayacak, sadece yaşanarak hissedilebilecek bir sahneydi.
Televizyon kanallarından Türkiye'nin 80'e yakın bölgesinde cayır cayır yanan ormanlarımızı izledikçe zihnim hep o ilk güne götürdü beni.
Orman yanmaz mı?
"Yanar."
Lakin bu kez yaşanan dram çok fazlaydı.
Bildiğimi, düşündüğümü paylaşayım:
Bir dahaki sene Orman İdaresi'nden alacakları işlerini garantilemek için, "ağaç dikim aşiretleri" yaparlar bunu, bitki örtüsünü yakarlar bu bir!..
Gelip 200-300 kişilik gruplar halinde, naylon çadırlarını kurarlar ve o bölgeleri yeniden ağaçlandırırlar devletten para kazanabilmek için...
Birilerinin uşağı terör örgütleri ve ülkeyi zayıflatıp, hükümeti de aciz göstermek isteyen karşı istihbarat teşkilatlarının payı yok mudur bu katliamda?
"Yoktur" diyemem!
Çizgili pijamasını çekip, yanına da ailesini alarak piknik yapmaya giden yurdum insanına ne demeli peki?
En büyük suçlulardan biri de bu kesim elbette...
Lakin ben burada bu gün, hiçbir yerde değinilmeyen başka bir suçludan söz edeceğim:
"Şişeler!.."
Evet, ringo ringo şişeler!
Dikkat edin, bu yangınlar havaların çok ısındığı, Güneş ışınlarının Dünya'ya en dikinden geldiği Temmuz ayında başladı...
Ufak bir ayrıntı daha:
Memleketimizde bira ambalajları, özellikle renklendirilmiş cam şişelerden oluşuyor...
Çünkü renkli camdan şişenin dibi "mercek etkisi" yapmaz!..
Oysa rakı, votka, cin gibi alkollü içeceklerin konulduğu şeffaf cam şişelerin dip kısımları tam anlamıyla birer büyüteçtir!..
Bazen başka şeyi büyütür, bazen de güneş ışınlarını!..
Halkımız kırda bayırda bunları kullanır, işi bitince bir kenara köşeye atar hatta, ruhsatsız tabancasıyla hedef tahtası bile yaparak kırar ormanlarda!..
İşte size doğada kuruyan otların arasındaki binlerce yangın çıkarıcı fail!
Takipçilerim bilirler, kimi vakit "Zihni Sinir procelerimi" okurlarımla da paylaşırım...
Ben devlet yönetiminde "karar verici" olsam yarın derhal bir yasa çıkartıp, memlekette "şeffaf cam ambalajları" kesinlikle yasaklarım!..
İthalatına da kati bir şekilde yasak getirirm...
Mesele bu kadar basit!
Ve bu sayede her yıl yaşanan can kayıpları, milyarlarca liralık ekonomik zararlar önemli ölçüde engellenmiş olur!
Ve muhalefet mensubu bir milletvekili olsam, derhal bu konuyla ilgili kanun teklifi hazırlarım.
Önümüzdeki seçimde Ak Parti'ye iki şey oy kaybettirebilir...
Birincisi, salgın döneminde yüz binlerce vatandaşa kesilen sokağa çıkma ve trafik cezaları...
Canı yanan bir insan içinden diyeceğini der ve bir daha da oy vermez!..
Yahu trafik polisi kırmızı yanaklı şişman bir adam, belli ki yanında aracını taşıdığı özel çekici firmasıyla da arasında bir rabıta var...
Kestiği makbuzlardan ötürü devletten de prim mi alıyor ne?!.
On dakikalığına, otobüs durağının 15 metre değil de 14 metre yakınına park ettim diye cezayı "haşırt" diye geçiriverdi biliyor musunuz?!.
"Yahu" dedim, "senin derdin vatandaşa eziyet etmek mi"?..
"Yoksa vatandaşa yardımcı olup, işini kolaylaştırmak mı?.."
Bir 250 lira ceza geldi geçen ay, bir de 100 küsur lira, artık o da nedense?
Birileri bu işleri sessizce perde arkasından kotarıyor ama dur bakalım hayırlısı!..
Artık Feto mudur yoksa Keto mudur, nicedir bir şeyler seziyorum açıkçası!..
Cezaları koyduk bir kenara...
Millet Bahçesi'ne gidiyorsunuz akşamları...
Altıparmak "Şam" olmuş, daha aşağısı "Halep"...
Akşamları ne kadar Suriyeli varsa ciyan ciyan hepsi orada!..
Gidin Kültürpark'a, büyük havuzun kenarındaki tüm çimenliklere yayılmışlar; nargileler yakılmış, banklarda oturacak yer yok!..
Atatürk Kent Ormanı hafta sonları "Ya Habibi Kent Ormanı" haline geliyor!..
Piknik masalarını bir gün önceden halı kilim atıp kapatıyorlar!..
Türk'e, Türkiye'de yer kalmamış arkadaş!..
Kendi marketleri, kendi kuyumcuları hatta kendi mafyaları var artık...
Adap edep bilmezler, görgü yok, bilgi yok; "lagada lugudu" bizim hayatımızı kalitesizleştiriyor bunlar...
Benim dedem, sizin dedeniz 40 cephede savaşmış, hepimiz canımızı bir saniye bile düşünmeksizin bu vatana dair görevlerimizi yerine getirmişiz, vergimizi verip, eksik kaldığımız yerde bedellerimizi de ödemişiz...
Memleketinden kaçıp daha dün buralara gelen bu herifler karısıyla kızanıyla bizi kendi ülkemizde sığınmacı yapmışlar ya!..
Başlarım ben böyle feleğin çarkına!..
Bu tablo kesinlikle Ak Parti'ye oy kaybettirir arkadaş!..
Muhalefet muhalefet olsa, ortalıkta doğru dürüst bir parti bulunsa kaybettirsin de...
Ülkenin bu yönetimle daha uzun süre yol alması gerekiyor kanımca!..
İşte onun için de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın en başta dediği gibi bunların meslek ve düzey sahibi olanlarının burada bırakılıp, paçoz takımının bir an önce geri gönderilmesi gerekiyor artık!
"Afganistanlılara" gelince...
Canım gurban onlara!..
Atalarının milli mücadele yıllarında yaptıkları yardımlar bir ömre bedel...
Suudi Araplar gibi bizi sırtımızdan hançerlemediler; "Halife'nin askerleri olduğunu düşündükleri Türk ordusunu" gönülden desteklediler...
Lakin, başka bir pencere daha size:
Emperyal devletler tarih boyunca giriştikleri savaşlarda boyunduruğu altındaki toplumların fertlerini hep "savaşçı" olarak kullanmışlardır...
Mesela İngiltere, İskoçların bağımsızlık mücadelesinde İrlandalıları sürmüştür en ön saflara...
Çanakkale savaşı için Avustralyalı Anzakları getirmiştir buralara...
Amerika Irak'tan, Suriye'den topladığı 5 bin Kürt'ü Guam Adasına götürmüş, orada yıllarca eğiterek Orta Doğu'da yeni bir plan yapmaya girişmiştir...
Dahası, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul surlarını aşmak için ön saflara yolladıkları, Hristiyan paralı askerlerdi!..
Onların arkasında "başıbozuk" denilen Anadolu savaşçıları...
En arkadaysa yeniçeriler vardı...
İki gündür düşünüyorum...
Sanıyorum Türkiye Cumhuriyeti Devleti Afganlardan paralı bir ordu kuracak...
Onları hem güney Asya'da, hem de Irak ve Suriye'de konuşlandıracak!..
Müslüman oldukları için de aralarında bulundukları topluma kolayca uyum sağlayıp, en az sorunla görev yapacaklar...
Yeni bir "dirilişin" işaretleri bunlar!..
Bizim solucanımsı solcular bu konuyu da suiistimal etmeye başladılar yine...
Eğer kafaları azıcık çalışsaydı, zeka engelli olmasalardı şu kısacık ömürde, Keles Kocayayla'ya yapılan göletin aynı zamanda o çevrede yaşanabilecek orman yangınları için bir su rezerv alanı olduğunu, orada görev yapacak helikopterler için bulunmaz bir hizmet yaratıldığını kolaylıkla anlayabileceklerdi.