Ülkemizde 1994 yılından bu yana ciddi sarsıntılar olmakta, toplum derinden bir değişimin
sancısını yaşamaktadır. Günlük yaşamını derinden etkileyen ani olayların nedenlerini tam
olarak kendisine açıklayacak birilerini de ortalarda göremediği için, özellikle kırsal kesim, kent varoşları, kol işçileri el yordamı ile bu sert oluşumlar karşısında yeni arayışlar olarak sert tepkiler vermektedir ya da sertliğe yönlendirilmektedir.
Verdiği bu tepkilerin toplumun alt kesimlerine yatay kültürleşme/senkretizm ya da dikey gelenek aktarımı olarak sunulan çeşitli unsurlar arasından bulunduğu seçim ya da bu unsurları anlama tarzı olarak bir ayrışmaya yöneldiği ya da bu ayrışmaya bağlı olarak siyasi bir yönelişe girdiğini söylemek zor. İktidarı belirleseler de, hiçbir zaman iktidar unsuru olamadılar. Öyleyse bu insan denizini etkileyen nedir?
Toplumsal yapı bir insan ürünüdür ve temelde tarihsel bir süreçtir. Bu süreç Marx’a göre: “Belirli bir tarzda üretimci olarak faal olan bireyler toplumsal ve siyasal ilişkilere girerler. Öyleyse toplumsal ve siyasal yapının üretimle bağıntısını kurmak gerekir… Ahlâk, din, metafizik ideolojinin tüm geri kalan kısmı ve bütün bunlara denk düşen bilinç biçimleri, böylelikle artık bağımsızlık görüntüsü vermemektedir. Bir tarihleri, gelişmeleri yoktur; maddi üretimini ve maddi etkileşimlerini geliştiren insanlar, gerçek var oluşlarının yanı sıra kendi düşünüşlerini ve düşünce ürünlerini de değiştirirler. Bilinç hayatı belirlemez, bilinci belirleyen hayattır” diyor ve bu süreçten geçerken ekliyor; “Maddî yaşamın üretim tarzı, genelde toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam süreçlerini biçimlendirir.” Görüleceği gibi Marx genel olarak dini ve dine ilişkin motifleri “toplumsal bilinç biçimleri” arasında tanımlarken bu motiflerin maddi üretim tarzıyla ve bunun siyasi biçimlenişiyle bağlantılı olarak ele alınması gerektiğinden söz etmektedir.
Dinî motifin dikey gelenek olarak süreğenliğinin her tarihsel durakta kentli olan orta sınıfça; tacirler, zanaatkârlar, meslek erbabı, esnaf, hekim, eczacı vb benimsendiğini görürüz. Günümüze kadar bu sınıf İslâmiyet’in son günlerine kadar egemen sınıf olarak tanımlanamazlar. Daha önceki zamanlarda iktidarı elde tutan toprak sahibi sınıflara yapışık olarak yaşarlardı. Günümüzde çiftçilik ve hayvancılık terk edilmiş alanlar olarak boşalırken iktidardan koptu ve iktidar yeniden isimlendirilerek bu yeni burjuva sınıfına ait bir ayrıcalık oldu. Kır ve kent yoksulları, kol emeğiyle geçinmek durumunda olanların durumu ise tarih içinde, günümüz dâhil, hiç değişmedi. Böylece burjuva dediğimiz bu yeni sınıfın servetlerinin toprak değil fakat para oluşu, konumlarını paranın istikrarıyla doğru orantılı kılmaktadır. Bir monarkın kaprisi ya da para politikalarındaki ani değişimler nedeniyle tüm varlıklarını kaybetme riski altındadırlar. Dahası yerel rekabetler, değişken güç dengeleri ayaklarının altındaki zemini tümüyle kaydırabilir.
İşte bu nedenlerle bu yeni sınıfı naif, naif oldukları kadar da güçlülerin dünyasıyla güçsüzlerin dünyası arasında yer alan aradakilerin istisnaî ve ayrıcalıklı konumuna taşımıştır diye tanımlayabiliriz. Ne var ki bu tanıma göre ikircikli bir konumda olduklarını da göz ardı edemeyiz. Yani bu konum onları başat bir ideolojinin bekçi köpeği yapabileceği gibi, devrimci düşüncelerin militanı da yapabilir.
Göstermeye çalıştığımız, ülkemizde Batı’ya göre gecikmiş bir burjuva devrimi 1990’dan beri tetiklenmişken yaşananlar. Bu yeni burjuva devrim paradigmasının getirdiği; sarsıntılar ve toplumun bu nedenle yaşadığı gerilimdir. Çünkü ülkemiz ne yazık ki, henüz tam bir burjuva devrimini tamamlayabilmiş değilken yakalandığı küresel değişim programına uyum kurmakta sınıfsal tabanda çok zorlanmaktadır.
Bu zorlanma, iktidar oyununda alt sınıfların (kent varoşları, kırsal kesim, kol emekçileri) bir düş sahibi dahi olmalarına izin vermezken, iktidarın gerçek güç sahipleri büyük sermayenin oyununda bir şekilde yer alma kavgası veren işte ülkemizin bu yeni orta sınıfıdır.
Pay durumuna göre milliyetçi, ulusalcı, gelenekçi ya da hepsi bir arada olabilmektedirler. Alt sınıf üzerinde hayırsever görüntüler sergileyerek etkili olma silahını ellerinde tutmaktadırlar.
Dinî gelenekleri kullanarak Ramazan, bayram diyerek yoksul sofralarını paylaşır, hastalara yardım ederler. Elbette bu yardım ellerini bazen varoşların tetikçi gençlerinden de esirgemezler! Hiçbir zaman elite katılamayacak olmalarından daha çok kendi temsili dünyalarını biçimlendirmeleri yeterli olacaktır onlar için. Görünen o.
Günümüzde yaşadığımız dönüşümün dinamiğini Türk burjuva sınıfının göstereceği sahiplik duygusunda aramak gerekecektir; yani neye sahip olmak istediğine dair vereceği kararda.