“Hayırlı günler olsun! Sayın Dink’in herhangi bir yazısını okumuşluğum yok. Zaman zaman televizyonda bazı konuşmalarını dinledim. Aklımda şuna yakın cümleler kaldı sanki:" Evet soykırım olmuştur. Buna yumuşatıp soykırım dememeliyiz. Ama kabul edip, tartışmalıyız. Yine de etnik ve dini kökeni ne olursa herkes kardeşçe yaşamalıdır.
"Anladığım kadarı ile kendisi bir dava adamı idi. Kendi değerleri açısından da söylediklerinde ve tezlerinde haklı idi. Malumunuz her tezin bir antitezi olur; her antitezin de savunma biçimleri. Sayın Dink kendine bir yol çizmiş ve davasını da sonuna kadar sürdürmüşse bu onun seçimidir ve de olabilecekleri göze almış demektir.
Yalnız anlamakta güçlük çektiğim bir-iki nokta var. TV görüntülerini izleyemedim. Kardeşim ve eşinin yalancısıyım ( ki onlar da en az benim kadar Atatürk milliyetçisidir! Ama son zamanlar da nedense hep birlikte merkez soldan sağa doğru bir eğilim içindeyiz. Seçimde de MHP ye oy vereceğiz.Artık anlayın!).Katlinden 3 saat sonra ellerinde pankartlarla 15.000 insan orada nasıl toplanabildi?Bu nasıl bir hümanist terbiye ve sevgidir ki " Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz!" sloganları atılıyor? Bana lütfen Voltaire edebiyatı yapmayın,"Söyledik-
lerinize katılmıyorum ancak düşüncelerinizi özgürce dile getirmeniz için mücadele etmeye hazırım." demokratlığı komik olur; kaldı ki Voltaire bir monarktı. Bana şunların cevabını verin: Koskaca bir kıtada katledilen Amerikan yerlileri için bu dünya neden hesap sormuyor? Sömürgeleşme sürecinde katledilen milyonlarca Afrikalı ve Uzakdoğulu için bu dünya neden hesap sormuyor? Bir milyon Cezayirliyi katleden Fransa’ya neden hesap sorulmuyor? Yüzlerce yıldır barış içinde yaşamış iki toplum niçin 1.Dünya Savaşı çıkınca birbirlerinin gırtlaklarına sarılıyor? Onlarca ateşemiz ve diplomatımız şehit edildiğinde neden herhangi bir Ermeni çıkıp " Hepimiz Mehmet’iz, hepimiz Türküz " diye haykırmadı? Evet, Ermeni katliamı vardır! Onların benim Türk köylerimi yağmalayıp, kadınımızın kızımızın ırzına geçtikleri, bebeklerimizi öldürdükleri kadar, ben de onlara aynı şeyleri yapmışımdır. Bu da benim en doğal hakkımdır! Aynı Ogün ün hakkı olduğu kadar! Geçelim efendi geçelim! Bu işler entel lümpen köşelerde demokrasi aşıklığı yaparak ve Batı’ya özenerek olmuyor! Dava ekmek davasıdır! Dava gen davasıdır! Dava, hangi genin baskın çıkıp, zürriyetini devam ettirmesinin davasıdır! O pankartları açanlar ve o sloganları atanlar! Sizler Ermeni tohumu olabilirsiniz! Ben değilim! H.Bahadır Pınarbaşı
Not: Üniversite de kız arkadaşım bir Rum’du. Onu çok sevmiştim. Rahmetli Annem ve Dayım onu evimizde gelin olarak görmeyi benden daha çok istiyordu. Bırakın evlenmeyi, ailesi karşı çıktığı için ilişkimiz bile devam edemedi." Sarı Gelin" ha? Bilmem anlatabildim mi?”
D.Dr. Ümit Sayın, H.Pınarbaşı’nın elektronik postasına ek olarak gönderdiği 10 Kasım 2006 da yazıldığı anlaşılan yazıdan bazı alıntılar yapıyorum. Şaşkına döneceksiniz. Yazının tamamı ise tam bir felaket.
Ey Türk Gençliği, Bugün 10 Kasım 2006, Sen ne yaptın? Birinci vazifenin Türk istiklal ve Türk Cumhuriyetini ilalebet yok etmek isteyen kurumlarla ve yapılarla içiçesin! Çöpe elimle atmış olduğum SEVR’i hortlatmak ve seni parçalamak isteyen Avrupa Birliği ve Amerika ile Stratejik Müttefik haline gelmişsin. O Amerika ki, bizim Lozanımızı imzalamamıştı, O Avrupa ki, bizim ülkemizi işgal etmiş, ancak bir İstiklal savaşı ile bu ülkeden atılmış ve denize dökülmüştü. Ey Türk Gençliği! Kendine gel! Kubilay olayında asıp, tükettiğimizi sandığımız meczupların ve Türk düşmanlarının bir gün Türkiye’nin başına geleceğini biliyordum! Biliyordum ki, sana bu hitabeyi okumuştum. Ama sen o Hitabeden hiç bir şey anlamamışsın! Kalelerin düştü, bir zamanlar İngiliz donanmasının demir attığı İstanbul’u şimdi Galataport, Haydarpaşaport, Haliçport ve nihayet İstanbul-PORT projeleriyle Yahudiye ve Emperyalistlere peşkeş çekiyorsun. Petro-kimya fabrikaların işgal edildi, haberleşmen işgal edildi, ağır sanayin işgal edildi, demir-çelik endüstrin işgal edilmek üzere, bankaların ve ekonomin işgal edildi. Bütün tersanelerine ve limanlarına bir zamanlar senin toprakların olan Irak’ı işgal etmiş İngiliz ve Amerikalılar giriyor. NATO denen bir anlaşma ile bizim yaptığımız tüm egemenlik ilkelerini tarihe kaldırmışsın!... Meczublarla gayet iyi geçinen ve benim resmimi brövelerden çıkarıp, tüm anımı yok etmek isteyen bir densizin başkomutan olduğu zaman Ordunu da parçalamak ve dağıtmak istemişsin. Biz Teşkilat-ı Mahsusayı ve sonra onunla birlikte Cumhuriyeti bunun için mi kurduk? Ey Türk Ordusu! Asıl sözüm sanadır! Cumhuriyeti koruma görevini de sana verdik! Söyle sen ne yaptın! Kafana geçirilen Amerikan yıldızlarıyla dolu çuvallardan sonra dönüpte beni hatırlamaya veya Kara Harp Okulunda numaram okunduğunda ’ KALBİMİZDE’ demeye utanmıyor musun? Bunlar benim subaylarım değiller! Ne sen Türk Gençliği, Ne de sen Türk Ordusu, bizim size bırakmış olduğumuz Cumhuriyeti korumaya artık muktedir değilsiniz! Ülkeyi düşmana teslim etmek üzeresiniz! Çekil bir kenara! Biz mezarlarımızdan kalkıp geliyoruz! Biz Çanakkale Şehitleri, Biz Balkan Şavaşı Şehitleri, Biz İstiklal Savaşı Şehitleri, Mezarlarımızdan şahlanıp, geliyoruz! Bizlerin kalbindeki inanç, Medeniyyet dediğin o tek dişi kalmış canavarı boğar! Biz şehitler sizi izliyoruz! Ve biz Devrim Şehitleri Hep birlikte tekrar şahlanıp, Cumhuriyeti kurtarmaya geliyoruz!
21 Ocak tarihli yazıma yanıt bu okuduklarınız. Kimlerdir, tanımıyorum. Yazdıklarını imlasına dahi dokunmadan çok kısaltarak yayınlıyorum. Öyle anlaşılıyor ki Ülkemizde tehlikeli azınlıklar var. Kendi güçlerinden nasıl bu kadar eminler, bilemiyorum. Gerçek şu ki, Trabzon’da neler oluyor diye sormayın. Bu tür ırkçı ve tehlikeli azınlıklar varken her ilimiz bir Trabzon adayıdır! Gencecik evlatlarımızın beyni böyle yıkanıyor.
“Yaşı 17 ya da 27. Biliyorum ki bir zamanlar bebektiler. Bu bebeklerden katil yaratan karanlıkların sorgulanması gerekir.” Rakel Dink