Gazetemiz yazarlarından sevgili Zülfikar Yüksel aynı zamanda bir tercüme bürosu sahibidir. İşte bu tercüme bürosunu, neden kentimiz gençlerine, ihtiyaç duyanlara Avrupa Birliği Ortak Dil Kriterleri Seviyeleri programına göre İngilizce ve Almanca öğreten bir kurum haline getirmiyoruz ki? Diyerek, sevgili eşiyle birlikte kolları sıvamışlar.
Doğrusu iyi de yapmışlar. Emniyet Müdürlüğü’nün hemen karşısındaki Ortaklar İş Merkezinin 4 ncü katında sıcak, sımsıcak bir ortam yaratmışlar. Bilgisayarla sağlanan, görsel ve işitsel çeşitliliğin desteğinde şu anda 52 öğrenciye hizmet vermekteler. Elementary (başlangıç) sınıfından birkaç öğrenciyle konuştum. İki haftada önemli bir ilerleme kaydettikle
rini mutluluklarını gizlemeden söyleyiverdiler.
Yanımda James Joyce’un “Ulysses” kitabı vardı, açıp sevgili dostumuz Zülfikar’a gösterdim.
Bak, dedim, burada ne diyor. Tevrat, Tekvin 11. Bab: Ve dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, şarkta göç ettikleri zaman Şinar diyarında bir ova buldular ve gelin kerpiç yapalım ve onları iyice pişirelim. Bütün yeryüzü üzerine dağılmayalım diye gelin, kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule bina edelim ve kendimize bir nam yapalım. Ve Adam oğullarının yapmakta oldukları şehri ve kuleyi görmek için RAB indi. Ve Rab dedi: Gelin inelim ve birbirinin dilini anlamasınlar diye onların dilini orada karıştıralım… Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı.
—Görüyorsun ya Zülfikar kardeşim, dedim, Tanrı Gökyüzünün Kapısı demek olan Babil kulesinin yapımını kendi işlerine karışma olarak algılayıp insanlığı nasıl cezalandırmış. Şimdi öyle anlaşılıyor ki sen ve senin gibi kurumlar bu Tanrısal buyruğa baş kaldırmış durumdasınız!
—Ne gibi? Diye sordu Zülfikar,
—Ne gibi olsun, dedim, insanlara yabancısı oldukları kavimlerin dillerini öğreterek bir diğerini anlama imkânı veriyorsunuz insanlara!
Gülüştük. Avrupa Birliği’nin Romanya ve Bulgaristan’ın da katılımı ile sahip olduğu 25 ayrı dili nasıl olup ta tek bir dile indirgiyeceği gibi bir sorun zaten ortada dururken, AB’nin bu haliyle bir çeşit Babil Kulesi’ne benzediğini de söylemekte bir sakınca olmasa gerek. AB’de kim kimi tam olarak anlayabiliyor ki? Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor.
Bırakın Avrupa Birliği’ni, Türkiye’de ve üstelik herkes Türkçe konuşurken sanki Babil Kulesinde yaşıyor gibi, kim kimi tam olarak anlayabiliyor ki? Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay başkanı, Meclis Başkanı derken halk da farklı şeyler söylüyor. Herkes Türkçe konuştuğu halde, herkes yüksek sesle konuştuğundan mı kimse kimseyi duymuyor da anlamıyor, yoksa anlamadığı için mi yüksek sesle konuşup kimse kimseyi dinlemiyor?
—Bana kalırsa, dedim Zütlfikar Yüksel’e, insan kendi dilini tam olarak öğrenmeden başka bir dili öğrenmede eksikli kalır, başarılı olamaz. Heyecanla atıldı Zülfikar,
—Evet, dedi, Almanca dili üzerine lisans yaparken bu tezi ilk ben düşündüğümü sanıyordum ve tez hocama anlattığımda, iyi ya demişti, bu konuyu da işleyebilirsin. Sonradan anladım ki benim gibi düşünen çok insan varmış. Elbette haklısın.
Dil üzerine tez sahibi insanlarca da doğrulanmış düşüncelere sahip olmanın gururuyla olsa gerek, omuzlarımı şöyle bir dikleştirip ortaya yaman bir öneri attım:
—Arkadaşlar, Türkiye’de insanların Türkçeyi tam olarak öğrenebilmeleri için Türkçe Dil Kursları açılmasını öneriyorum. Ancak dersi kim verecek, sorun burada!
Neden bana tuhaf tuhaf baktıklarını anlayabilmiş değilim doğrusu, hayata dair bir öneriydi bu!