Yazarlar

İhsan Efendinin Oğlu, İhsanoğlu…

post-img
Sn Ekmeleddin İhsanoğlu ile ilgili çok şey yazılıp söyleniyor. Başarılı akademik geçmişi ve vizyonu ile ilgili tartışmak sanırım yanlış olur. Ancak taşıdığı misyonu irdelemek hatta bu konuda derinine araştırma yapmak ülkenin başına geçmek isteyen bu zat için gereklidir. Sn İhsanoğlu’nun yaşamını incelemeye sanırım, babası İhsan Efendi’den başlamak gerek, bunun başlangıcını da 1924’ler olarak belirmede yarar var. Basında bu konuda pek çok yazı yer aldı. Hem bu yazıların harmanı ve de çok önemlisi bu dünyanın havasını solumuş, dürüstlüğüne inandığım, seksen yaş üstü bir büyüğümle, konuşarak (Dinç Dede) İhsanoğlu çizgisinin kafamda ki eksik bölümlerini tamamlamaya çalıştım. Aslında çizgilerin tamamlanmasından öte, eski çizgilerin neler anlattığını, anlamaya çaba gösterdim. Anlatılanlara gelince;   İhsan Efendi, 1924’lerde soyadı kanunu çıkmadan, Atatürk’ün siyaseti ile ters düşerek Mısır’a yerleşir. Bundan 5-6 yıl sonra, kendisinin Mısır’a yerleşmekle doğru yaptığını düşündürecek olaylar yaşanır. 1930’larda yeni cumhuriyetin karşıtı olan sağ ve sol düşünceli insanlar sürgüne gönderilir. Mehmet Akif Ersoy’da bunlardan biridir. Mehmet Akif Mısır’da İhsan Efendinin yanına gelir. İstanbul’dan zaten dostlukları vardır. Mehmet Akif Kuranı, Arapçadan Türkçeye tefsir etmeye başlar, dört beş yıl sonra ülkeye dönmeye karar verir. Bu karar sonrası, Kuran tefsirinin yarım kalmaması için, tefsiri bitirmeye en güvendiği insan olan İhsan Efendiye bırakır ve İhsan Efendi tefsiri tamamlar. Bundan da anlaşılacağı gibi, Sn Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çocukluğu, Mısır’daki tanınmış İslam düşünürlerinin arasında geçer. Büyüklerinden aldığı öğretiler ile suni mezhebinin, tasavvufi ve de daha insancıl yönleri ile büyür. Selefiliğe uzak durur hata, bu mezhebin baskıcı/radikal tarzları karşısında yer alır. İhsan Efendinin öğrencilerinden biride, 1950’lerde kendi deyimi ile “ilim hicreti” için giden Emin Saraç’tır. (alo Fatihin babası). İlk önce, Ezher Üniversitesinin Lise bölümüne kaydoldu. Ayrıca okurken, İhsan Efendi’nin talebesi oldu. Mısır’da Kral Faruk’tan sonra başa geçen, Abdunnasır’ın baskıları yüzünden dokuz yıl sonra Türkiye’ye döndü. Sonraki yıllarda, birçok kez Mısır’a İhsan Efendinin yanına gittiği biliniyor. Peki, sonrasında kimler Emin Saraç’ın öğrencisi olmuştur, Sn Tayyip Erdoğan ve Sn Numan Kurtulmuş. Bu nokta Dinç Dede, bir hatırlatma yapıyor, küs olan, ayrı partiler kuran Erdoğan-Kurtulmuş ikilisini, Necmettin Erbakan’ın cenazesi defni sonrası, onları buluşturan ve de barıştıran aynı partide buluşturan Emin Saraç Beymiş. Sn Saraç’ın oğlundan farklı olarak, hiçbir akçeli işe bulaşmadığını, inancı doğrultusunda yaşadığını da anlatıyor.   Bu noktadan sonra İhsanoğlu’na dönersek, işte bu hoca talebe ilişkileri zinciri içinde; İhsan Efendi>Emin Saraç>Tayyip Erdoğan ve de İhsanoğlu, İhsan Efendi hocanın doğal talebesi olarak, kendisini İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Genel Sekreterliğinde buluyor (bu da Emin Saraç önerisiymiş). Amerika’nın “ılımlı İslam” modelini Müslüman ülkelere yaymak için kurdurduğu bu örgüte, bu modele tam bir uyum gösterebilecek aday olduğu içinde hemen kabul görüyor.   Böylece Amerika, Büyük Ortadoğu projesiyle, kafasındaki dünyayı yaratmak/kurgulamak için, taşları tam yerine oturtturduğunu düşünerek, eş Başkanlığa Erdoğan’ı, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın başına da Sn İhsanoğlu’nu koydu. Uzunca bir dönem işler iyi gitti. Tabi bu dönem başlangıç’ında, Erdoğan’ın arkasında, ılımlı İslam taraftarlarından Fetullah Gülen’in önerisi/desteği olduğunu da unutmamak lazım.   Erdoğan’ın, Amerika ile bozuşmasının başında, Suudiler ile yakınlaşması geliyor. Bu en önemli nedeni, Suudilerin genelde ve özelde ekonomik olarak, Erdoğan’a verdikleri ciddi destek. Söylenen o ki bu desteğin baş aktörü de Yasin El Kadı. Bu isim bilindiği üzere kamuoyunda tanınan bir isim. Kamu ihaleleri, özel şirket alımları için Suudi sermaye ile aradaki köprü. İşin en ilginç tarafı şirket evlilikleri yanı sıra, gerçek evliliklerde de bu isim öne çıkıyor yani önde gelen Arap şeyhleri ile holding sahibi aileler arasında kız alıp vererek, akrabalık bağları kuruluyormuş. Akrabalık kurulma çalışmalarının artması, Gülen cemaat ininde dikkatini çekmiş. Bizzat Fetullah Gülenin talimatı ile aynı tip evlilikleri Hizmet gurubu da gerçekleştirmiş. Hani hatırlarsınız, Başbakan aileler bölündü/böldüler, diye Gülen Cemaatine yüklenmişti. Bu cümlenin ne anlama geldiği bu konuşmadan sonra anlam kazanı. Dinç Dede’nin anlattığına göre İslami holding ailelerinin birçoğunda, aile ve evli çocuklar arasında küslükler ortaya çıkmış, sebebi ise Başbakan tarafı veya Gülen cemaati tarafı olmak üzere bölünmüşler… (bu noktada holding isimlerini, ailelerin isimlerini birey özgürlükleri, özeli olduğu için yazmıyorum). Bu savaşın, tüketim pazarına bile yansımasının olduğunu, karşılıklı çok büyük satış ağlarına sahip, perakende marketler zincirleri kurulduğunu öğrendikten sonra, sıradan vatandaş olarak bizlerin, olan bitenden bi haber yaşadığımızı/yaşatıldığımızı bir kez daha anlıyorum. Dinç Dede, anlatmaya devam ediyor; Yasin El Kadı, Suudi sermayesinin Türkiye’deki resmi temsilcisi, bunun yasal olmayan bir tarafı yok. Yasal olmayan sermayenin kullanılmasında, her türlü kolaylıkların sağlanmasında, rakiplerin önünde avantaj sağlayacak bilgilerin aktarılmasında. Yani birisi çıkıp burada yolsuzluk/usulsüzlük var diye bir iddia öne süremez, çünkü belgeler ispatlamaya yetmez. Dede’nin bu konuda söylediği can alıcı nokta, “Yasin El Kadı ile değişen, sadece ekonomik değerler değil; Türkiye’nin dış politikası da değişti” demesi. Bu cümlenin devamında ise “Suriye, Mısır, Libya ilişkilerine bakın, Başbakanın iktidara geldiği zaman neydi şimdi ne. İlk zamanlar “Amerika’nın ılımlı İslam” modeli yörüngesinde bir dış politika izleniyordu, şimdi ise “Suudi siyasi İslam ” modeli yörüngesine tam uyumlu, bir devlet politikasına geçildi.” Anlatımını ile söylediklerini güncel örnekler ile destekliyor. IŞİD konusunda, Başbakanın, aleyhte konuşmayacağını, çünkü bu örgütün Suudi inancının, vahabiler ve tekfirciler olarak ayrılan iki kolundan biri olan tekfircilere bağlı olduğunun (tekfirciler= kabullenmeyenler, yani kendi dini inançları dışındaki ve de bırakın dini, aynı dindeki farklı mezhepleri kabullenmeyip, öldürülmelerinin caiz olduğunu savunanlarmış) üstüne dikkat çeker vurguluyor.   Bakın bu, kısa anlatılanlardan sonra bile, İhsanoğlu’nun “birey olarak” aday olmadığını anlamak için kâhin olmaya gerek yok. İhsanoğlu’nu, CHP genel Başkanına kim öneriyor Kemal Derviş, MHP Genel Başkanına kim öneriyor, kulis bilgilerine göre Cumhurbaşkanı Sn Gül. Yani bu ortak aday, yirmi dakikanın ürünü değil. Bu yirmi dakikalık toplantı, sadece halka arz politikasının/oyunun bir parçası. Dinç Dede, Cumhurbaşkanı Gül ile ilgili bazı yanlış bilgilerin olduğunu belirtip “ Cumhurbaşkanı ile Başbakan aynı cemaat kökenine sahip değil, Sn Gül, Necip Fazıl Kısakürek ekolünden  (İslami Büyük Doğu inancının, aslında milli görüş ile ülkücü görüş arasında bir duruş olduğunu ilave ediyor.) Başbakan ise milli görüş ekolünden. Şimdi İhsanoğlu için Sosyal Demokrat elbiseli Kemal Derviş’in CHP kanadından, geçmiş ideolojisi ile ülkücülere daha yakın olan Sn Gül’ün MHP kanadından neden devreye girdiği, çok net anlaşılıyor mu?” Dede’nin bu sorusunun cevabı, bence evet net anlaşılıyor. Ya sizce? … Bu seçim aslında, “ılımlı İslam” Amerika, “siyasi İslam/şeriat” Suudi görüşü arsındaki bir yarış, sosyal demokratlara, ölümü gösterip, sıtmaya “ılımlı İslam’a” mecbur kılma seçimi. Seçim meydanları, söylemleri hakkında Dinç Dede’nin görüşü” iki adayda karşılıklı hakaret üslubu kullanmazlar. Ekmeleddin Bey yetişme tarzından, Tayyip Bey ise büyük hocasının oğlu olması hasebiyle, diğer siyasi rakiplerine kurduğu hiçbir cümleyi kurmaz/kuramaz.” Bu cümle bana Sn Kılıçdaroğlu’nun, Sn İhsanoğlu için söylediği, kavgasız, ortamı germeyecek aday söylemini getirdi aklıma. Baksanıza, Başbakanın başını, baştan bağlamışlar hoca/talebe zinciri ile… Tam bir, ucuz senaryolu Hollywood filmi.   İhsan Efendinin oğlu, Ekmeleddin’in isim anlamını sordum; Ekmel=Kamil=Kemal=OLGUN, Ekmeleddin=Din Olgunu=Dinde Olgunlaşmış=Dinen olmuş=Dini Bütün İşte Türkiye gerçeği, bütün olgunlar bir araya gelmiş, biz safları yönetiyor. İmamlar bile, camide Safları düzeltelim demiyor mu? …   'Bu söyleşinin, yazılı basınında görmediğim yaşanmışlıkları anlatan bir yazı olma özelliğini taşıdığını, söylemleri, anlatılanlara sadık kalarak objektif/tarafsız olarak yazmaya çalıştığımı bilmenizi isterim.'  

Diğer Haberler