Reklam filmi veya uzun metrajlı film çekilirken görürüz ya;
Yönetmen elinde senaryo, oturur koltuğuna ve ekibe “motor” der çekim/aksiyon başlar. Başlangıçta, film adı, sahne numarası ve diğer bilgilerin yer aldığı,
Kara bir tahta girer kadraja
Çekim, yönetmenin “kestik” demesine kadar devam eder.
İşe böyle Parça parça sahne çekimlerinde, özellikle figüranlar filmin konusu hakkında, daha doğrusu içerdiği mesaj hakkında pek bilgi sahibi olmazlar/olamazlar.
Sonra bu sahneler, birleştirilir.
Ve film, sahnelerin birleştirilmesi ile ortaya çıkar.
Mesajı da…
Niye bu uzun anlatımı yaptım. Ülkemizde, sahneleri parça parça çekilen;
yaşamımızdan kesitler içeren, filmin tamamını görmemiz için, sahneleri birleştirerek değerlendirmek gerek.
Sahne 2023/1 diyeyim,
Seyrettiğinizde İstedikleri Gibi At Koşturuyorlar,
Kadın Voleybol takımımızın, önce dünya, sonra Avrupa şampiyonluğu ve de Paris olimpiyat vizesi alması ardından;
İstanbul Eminönü Timurtaş Camii imamı, cemaate vaaz bahanesiyle sokağa da neşriyat yapıyor; Filenin sultanlarının tüm dünyada olduğu gibi şort ile oynamaları üzerine.
“seyrettiğinizde istedikleri gibi at koşturuyorlar… “
dervişin fikri neyse zikri de odur misali adeta kendini ifşa ediyor
Ve devam ediyor,
“İsme bak birde Sultan olmuşlar…” peh peh,
demek ki pek önemliymiş sultanlık, imamın gözünde.
Futbola da dokundurmuş,
“Başörtülü kadın futbolcu olur mu, altlarında tayt filan…”
Ama neşriyatı arasında, Kendi sıkletinde dünya güreş şampiyonu olmuş,
Buse Tosun Çavuşoğlu’nun ismini zikretmiyor yada zikredemiyor.
Hey imam abi, bu kadınlar mayo ile güreşiyor, gözünden mi kaçtı, yoksa güreşci ablaya ayak oyunu sökmez deyip, tırstın mı sırtın yere yapışır diye…
TRT Dizilerinden, Yarım yamalak Öğrenilen Magazinleştirilmiş Tarih.
Bu arada İmam Efendi ve benzerlerine birkaç kelam edelim.
Ey, İmam Efendi ve şürekâsı.
Sizin için “sultan” mukaddes bir kelime, değil mi?
Hani bir tarih okusanız da, tarihi TRT dizilerinden yarım yamalak öğrendiğinizle kalmasanız
Bak padişah anneleri, yani padişah eşi Sultanlarda kimler kimler var.
Mesela;
Orhangazi’nin eşi, Nilüfer Sultan ilk adı Horofira, Rum kökenli.
Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Ukrayna kökenli Hürrem Sultan
Yavuz Sultan Selimin annesi Rum Kökenli Ayşe Sultan…
Hadi uzatmayayım,
Hepsi sultan…
Var mı itirazı olan. Var mı yaşanmış gerçek tarihi değiştirebilecek olan.
Ayrıca bana göre sultanların etnik kökenleri önemli de değil.
Mesele ulusuna aidiyet hissetmek.
Hadi bana bi söyleyin niye kutsadığınızı sultan kelimesini.
Ayrıca çıkar şimdi, Sultan isimli kadınlar asla sosyal demokrat olamaz da dersiniz.
Ama olur olur, bal gibi de olur,
hem de hası olur. Ne Sultan(abla)lar var CHP’ye de çok yakışan…
Bak şimdi aklıma geldi,
Bir de halı markası var değil mi Sultan diye.
Hani ayağımızın altındaki halı, duvar halısı sanmayasınız.
Niye ayaklar altına alıyorsunuz sultanı o zaman. Ona niye itiraz yok sizlerden,
belki senin caminin halısı da bu markadır.
Bi bak, o markaysa, sıkıyorsa sök at.
Mukaddes isme basılır mı yahu…
Ama sizlerin derdi, sultan multan değil.
Düpedüz çağ dışılık.
Sizlerin beyni omuzlardan aşağıda,
sizler yerini daha iyi bilirsiniz…
Ama bu anlayış o kadar yaygın ki,
Geniş coğrafya, aynı akıl…
22 Eylül 2023 Pazar günü Hüsnü Mahalli Namık Koçak ile yaptığı TV programında,
geniş bir coğrafya üzerinden anlatıyor aynı aklı, benzer olayları Tele 1 de.
Adam kaynanasının diz kapağından, cinsel dürtü duyuyormuş.
İnsanın aklına şu soru geliyor. Sorun diz kapağında mı; adam da mı?
Suç tabii ki, Diz kapağında.
Hüsnü Mahalli anlattığı bir başka olay ise, İŞİD’e karşı verilen savaşta bir cephede(sanırım Sırbistan tarafları), kadınlar bir tepeye çıkıp, göğüslerini açıyorlar.
Bunu gören İŞİD militanları, cennete geldiklerini düşünüp karşılarında huriler var diye,
don paça kadınlara doğru koşmaya başlıyorlar.
Sonrası mı, siperlere gizlenmiş Nuri’ler(askerler) bunları etkisiz hale getiriyor…
İşte bunların beyinlerinin, vücutlarının tersinde olduğunu gösteren farklı yaşanmışlıklar…
Sahne 2023 buzlamalar…
AKP Milletvekili ve Cumhurbaşkanı Baş Danışmanlarından, Ayşe Gürcan Voleybol Kadın Milli takımımızın başarısını kutluyor, ama kendince mahrem yerlerini, yani bacaklarını buzlayıp örtüyor, çok iyi yapmış. Bacaklar buzlanmasa toplum nerelere giderdi, bilinmez.
Belki bilmezsiniz hanımefendi de,
Sonradan hidayete erip başını örtenlerden.
Ne diyelim.
Allah örtünmeden önceki günahlarını af etsin
Yeni bir Buzlama Sahnesi daha, bu sefer yüzler,
Konya’da hafızlık diplomalarının dağıtım töreninde çekilen fotoğraflarda kadınların yüzleri buzlandı. Bu fotoğraflar hem müftülük sitesinde hem de il müftüsünün sosyal medya hesabından paylaşıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Karatay Müftülüğü'nde Hafızlık Diploma Töreni yapıldı. Törende 172 kadın ve erkek hafıza diplomalarını Konya İl Müftüsü Ali Öge diploma törenini sosyal medya hesabından da duyurdu, hafızları kutladı ve fotoğraflar paylaştı.
Öge'nin paylaştığı kareler arasında erkek hafızlarla çekilen toplu fotoğraf ve kadın hafızlarla çektirdiği fotoğraf da yer aldı.
Öge'nin kadın hafızlarla çektirdiği fotoğrafta, kadınların yüzünün buzlandığı görüldü. Aynı fotoğraf kareleri Karatay Müftülüğü'nün sitesinde de aynı şekilde paylaşıldı.
Bu cümleler Sözcü’den Deniz Ayhan'ın haberinden.
Bacak falan derken,
Hedef büyütüp, sırayı yüzlere getirdiler,
Sırada kafalarında, kadınlarımız için Afgan Taliban’ının Burkası var herhalde
Sahne Kadının adı yok yıl 2023 ( Yazar Duygu Asena’nın anısı önünde saygı ile eğiliyorum)
Bacak, yüz buzlama derken,
son olarak kadını adına itiraz geldi.
Buzlama değil, yok sayma düpedüz.
Yuh artık
Eski Konya müftüsü Tahir Büyükkörükçü’nün oğlu olan Abdurrahman Büyükkörükçü’nün bir ‘sohbette’ sarf ettiği sözler sosyal medyada gündem oldu. Büyükkörükçü söz konusu videoda,”Düğünlerde illa (davetiyeye) annenin de adı yazıyor. Ne gerek var. Başkaları senin hanımının ismini niye bilsin.” Diye Böğürüyor.
2023’te Niye şaşırıyoruz ki,
Cumhur İttifakı ortağı HÜDAPAR, meydanlarda kadınları sahiplendireceğiz diye, açık açık ilan etmedi mi?
Bırakın iktidarı, meclisteki muhalif partilerden hiç itiraz sesi duydunuz mu?
Ses çıkardık diyorlar ise, cılız bir sesti ki
Ben duymadım. Duyan duymayana aktarsın.
Tüm bunlara 2023’te niye şaşırıyoruz ki…
Bu senaryonun başlangıcı Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarına dayanıyor, yani yüzyıl önceye;
Denir ki,
Amerika’nın dolayısı ile dünyanın patronlarından 1930’larin başlarında Rocofeller’ın,
“Mustafa Kemal diye bir adam çıktı, Türkiye planlarımızı iki yüzyıl sekteye uğrattı” diye bir yakınması varmış…
İşte bu ABD senaryosu, hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Amaç, Türkiye’yi bir İslam coğrafyasına dönüştürmek.
Ne demek miş, çağdaşlaşmak, eğitimli olmak.
İktidarın rektörü bile buyuruyorlar, “cahilin ferasetine güvenin” diye.
Toplumu cahilleştirmek için, önce kadını yok saymaları gerekiyor.
Çünkü toplumun geleceğini kuran kadınları yok ederseniz,
Toplum cahilliğe, bağnazlığa mahkûm olur.
Sahne 1954 yılları, acı bir yaşanmışlık,
Yıl 1954, Köy enstitüleri, komünist icadı diye dönemin iktidarı tarafından kapatılıyor. Kırsal kesimin, yoksulun eğitim almasının önü kesiliyor.
Yani ülke tabanının, eğitim bağları koparılıyor.
Bu sıradan gibi görünen kapatma olayının aslında,
Ülke geleceğine vurulmuş en büyük darbe, acı bir yaşanmışlık olduğunu sonuçları görünce çok daha iyi anladık diye düşünüyorum.
Gerçekten anladık mı, algıladık mı, yaptığı yıkımı sizler ne dersiniz…
1980’li yıllardan sahne…
Yıl 1981 gibi, Yeşil Irmak Dershanelerini Kenan Evren ve yanındaki faşist konsey üyesi iki kişi ile ziyaret ediyor.
Evren öğrencilerin önünde dershane yöneticilerine yaptığı konuşmada ”biz komünistleri de, milliyetçileri de temizledik. Artık ortam temiz. Sizler, Milletini seven muhafazakâr gençler yetiştirin.”
Mealinde bir konuşma yapıyor. Bunu o yıllarda, dershanede öğrenci olan, 15 Temmuz sonrası Fetö den gözaltına alınan T.K.’dan bire bir dinlemiştim.
Denir ya sebepsiz kuş uçmaz diye. Bizim bulunduğumuz ve de Ortadoğu coğrafyasında, sebepsiz daha doğrusu ABD’siz darbe olmaz…
1980 ne demişti ABD Dış işleri bakbnı, ülkemizi kastederek, “bizim çocuklar darbe yapmış”
Sebep mi?
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirmek.
Sahi BOP’ un eş başkanları kimlerdi…
Sahne 1999...
Denir ki 1999 yılında Fetullah Gülenin Amerika’ya gidişinde yeşil pasaportu varmış. Bu konuda B. Ecevit yardımcı olmuş. Zamanın üst düzey bir yöneticisi de havalimanından yolcu etmiş. Ayrıca 35 kişilik business class’ta sadece iki kişi varmış. Gülen ve yanındaki uzun boylu genç adam…
Belgesi yok ama otuz yıllık bu söylemin hiç yalanlayanı olmadı. Hatta son yıllarda Özdağ bunu benzer cümleler ile anlattı.
Ayrıca yukarıda bahsettiğim T.K.’da bu konuyu doğrulamıştı.
Ama Zaman Gazetesinde, B.Ecevitin ölümü ile ilgili, arka tam sayfa F.Gülen’in Başsağlığı mesajı yayınlanması, hatta
“Bir şefaat hakkım olsa onu da Sn Bülent Ecevit’e” kullanırım cümlelerini anımsarsanız, tüm bu anlatılanların inandırıcı olduğunu daha iyi anlarsınız.
Ancak burada bir özeleştiri yapmak gerek, bu kadar yıldır hep iktidar mahallesini suçluyoruz. Acaba muhalefet mahallesinin de, hiç mi suçu yok, FETÖ’nin palazlanması aşamalarında.
Bir düşünsek diyorum.
Ne desiniz?
Tabiî ki palazlanma sonrası iktidar mahallesinin var gücü ile maddi manevi büyütme çabalarını göz ardı etmeden.
Zaten Sn Recep Tayyip Erdoğan “ne istedilerse verdik “demedi miydi?
15 Temmuz öncesiydi tabii,
Her mahallenin yaptıkları ayrı ayrı katkılar.
Karşılaştırmalı Sahne; Erozyon
Aslında, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından günümüz kadar, Ülkemizi İslam’a dayalı hükümler ile yönetilen bir devlet haline getirme çalışmaları hız kesmeden devam ediyor.
Hani erozyon olan bölgelerde on yıl arayla, çekilmiş fotoğrafları yan yana koyup baktığımızda aradaki farkı, o zaman anlarız ya; Neleri kaybettiğimizi.
İşte yaşadıklarımız, tam bu cümle ile anlatılabilir sanıyorum.
Çağdaş yaşamımız da ki erozyon, artık net görülmeye başlandı.
İktidar tarafından, kimsede gizlemeye gerek duymuyor artık, İslami kuralları bir türlü ambalajlayarak Arabî bir yaşam kurmak istediklerini.
Kadınların çağdaş yaşamlarını kısıtlamayı önceleyen,
İslami kurallara dayalı hukuk yani şeriata dayalı bir yaşam biçimi isteyenler dernek bile kurarak bunu yaşama geçirmeye çalışıyorlar.
Biliniyor ki kadın baskı altına alındığında, hukuk baskılandığında;
Çağdaş toplum biter, özgürlüklerin sadece muktedirin çizgilerinde kullanılmasına izin verilir,
Ve en önemlisi ülkenin geleceği bilim biter/bitirilir.
Figüran bile olamayan piyonlar.
Bir de bu sahnelerde yer alan, kendilerini as oyuncu zanneden, imamlar, müftüler, hatta müftü çocukları, başını zamanın inancına göre açıp, kapatan siyasi İslamcılar. Sosyal demokrat kisvesi altında bilerek bilmeyerek bu sisteme su taşıyanların,
bilmedikleri aslında figüran bile olmadıkları, birer piyon oldukları.
Bunlara yaşatmak istedikleri sistemi bi göstermek gerek;
Taliban Afganistan’ını, Humeyni İran’ını, İŞİD uygulamalarını,
Ayarlar mı acaba. Sanmıyorum ama denemek lazım.
Sahnede Kayıkçı kavgaları, Nazi gerçeği 1945’ler…
Çağdaş düşünen muhalefet partilerinin yönetimleri içinde ve de partiler arasındaki
kayıkçı kavgalarını, artık bırakmalarının zamanı geldiğini ve de çoktan geçtiğini
görmeleri gerek daha geç olmadan.
Gerçek tarih yalan söylemez, bunlardan ders çıkarmayı bilmek lazım.
Nazi Almanya’sında yaşanları kaleme alan yazar Martin Niemöller ‘in(1892-1984) dediği duruma düşmemek için.,
“Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.
Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim.
Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim.
Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim.
Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Ya da bir can dosttan öğrendiğim Uygur atasözünü, hayatın bir parçası yapmak lazım.
“Bugün için göz yumduklarımız, yarın bize göz açtırmayacak olanlardır.”
Evet, bu senaryo sonlandırılabilir;
Hatta Gazi Mustafa Kemalin yaptığı gibi yırtılıp çöpe atılabilir/attırılabilir.
O koltukta oturan, kara tahtada sırası yazılı, kendi senaryolarına göre sahneleri çeken, yöneten, okyanus ötesindeki adamlara rağmen.
Ancak öncelikle, ana muhalefet partisinden başlamak üzere, tepeden tırnağa;
İlkeli bir yapılanma ile;
Kapalı kapılar arkasında gizli anlaşmalar, kafalarda gizli gündemler olmadan.
Ayrıştığımız değil, öncelik ile hukuka, insan haklarına dayalı, ilkeli, çağdaş bir anlayış ile
İnanç ve etnik kökenleri öncelemeyen bir kırmızıçizgi ile dik durarak.
Halka, yani bizlere bunu açık açık ilan ederek.
Yasal sınırlar içinde, her türlü tepkiyi seslendirerek;
Ev ev, sokak sokak anlatarak, insanımızı önemseyerek
Hangi anlayışla olduğu bilinmez, Milletvekili dokunulmazlığını bile yok edecek adımlar atanları yönetimlerden uzaklaştırarak.
Bu senaryo, çöpe gider,
Yoksa senaryo yerine, biz heder oluruz,
bizi bırak çocuklarımız, ülkemiz heder olur.
Emin olun.
Çoğumuz aynı fikir demiyiz bilmiyorum,
ama bunun şartı;
Bizim gibi ülkemizin geleceğini düşünen, ülkemiz için kaygılanan,
Yöneticileri seçmeyi becerebilmek…
Halklar layık olduğu yönetimler ile yönetilirler. ‘William Churchill (Sosyolog 1914)’
Peki siz, ne dersiniz…