Yazarlar

Kültür Alanındaki Sapma...

post-img
KÜLTÜR ALANINDAKİ SAPMA ve SİYASİ BOYUTLARI Kültürün ne olduğuna dair bir tartışmanın ne denli sancılı olduğunu bilenlerden birisiyim. Ancak, genel kabul görebilecek bir kültür tanımı ile konuya girmek istiyorum. Kültür, doğa tarafından meydana getirilmiş olanlardan farklı olarak insan eliyle ortaya çıkarılmış olanların tümüdür dersek pek yanılmayız. Başka deyişle insanın, doğaya her türlü müdahalesi sonucu ortaya çıkan her şeydir. Kültürel eylemlerin ürünleri, niteliklerine göre, şu ya da bu insan topluluğu, sınıf, millet veya insanlığın tümü için bir değere sahiptir. Bir kültürel değerin geleceğine özgü kalıcılığı; topluluk için bir gelişme, ileriye gidiş niteliğinde bir yapıya sahip olmasında yatar. Olayı bu açıdan ele aldığımızda, üretimin her hangi bir nedenle değişmemesi ya da değişmesine karşın toplumun veya toplumun bireylerinin refah düzeyinde bir gelişme olmaması ya da gerilemesi halinde toplum; eski üretim yöntemlerinin saklanması için direnecektir. Eğer bu direnci devlet zoru ile kırılırsa; bu kez de kültürel değerlerin değişimine karşı duracak ve değişimi ret ederek; yani kendine yararı olmayan ve bu yeni değerler ( globalizm, yeni dünya düzeni gibi ) düzenlemelerin sınıflar arasındaki çelişkinin keskinleşmesinden başka bir işe yaramadığını sezerek, bu üretimi zorla sürdürmenin döngüsünü kıramayınca, belleğinde sahip olduğu eski kültürel değerlere dönecektir. Çünkü mevcut değişim, aleyhine olmuş ve korteksinde var olan kültürel değerler ise, sınanmış ve O’ nu bu günlere şu ya da bu şekilde taşımış olan üretim ve tüketim ve dayanışmasının her türünü içermektedir ve orada yeterince sığınacağı limanları mevcuttur. Ancak, 19. Yüzyılda buhar gücünü ıskalamış, üretim ve tüketim tekniklerinde bir gelişme göstermemiş ve taşıma araçlarının hayvanla çekiliyor olmasına karşın bu toplumun, çok sesli bir Mozart ortaya çıkarmasını düşünemesek bile; bir Hafız Post, Itri, Dede Efendi gibi sanatçıları eliyle tek sesli ( monofonik-tek sesli) müziği, olabilecek en güzel yerlere taşıdığı gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Bu gerçek bize, köklü değişiklikler içinde olan bir dünyada, bu değişiklikleri ıskalasa da; köklü temellere oturmuş bir toplumun direnme gücünü gösterir. Kaldı ki, 20 yüzyılda önemli bir atılım göstermiş olan toplumumuz Mustafa Kemal devrimleri yolu ile, her ne kadar önü kesilmek istenmişse de ve güçlü bir karşı direnme varlığını duyumsatsa da, Cumhuriyet’in aydınlanma çağı içinde yetiştirdiği sanatçı, bilim adamı ve aydınlarının gerek ulaştığı nitelik ve nicelik açısından, durum 19 yüzyıl koşullarından çok daha farklıdır. Ama bu farklılık dahi, durumu doğru değerlendiremeyen önemli sayıdaki halk kesimi üzerinde, var olan iktisadi koşulların aleyhine gerçekleşiyor olması nedeniyle, kendi geleceğine zarar verecek biçimde, milliyetçilik ve siyasi İslam çözümlerine doğru yönlenmesini engelleyememektedir. Son elli yıl içinde, ülkemiz sağının gerek hukuk ve gerekse de iktisadi hayatta bir türlü liberalleşememesi sonucu ve en basiti ile; bir orta çağ karanlığından kurtulmayı sağlayan Avrupa’nın Rönesans kültürünü dahi anlamakta zorluk çekmesinin bedelini günümüzde, toplum olarak ve gerçekten çok ağır bir bunalım döneminin içinden geçerek ve belki de çok ağır bedeller ödeyerek karşılamak zorunda kaldığımızı ve bunun daha bir süre devam edeceği bir kadermiş gibi önümüzde durmaktadır. Ne yazık ki, aydınlarımız halktan kopuk bir yaşam tarzı içinde ve halkın sorunlarına yabancı, çağdaşlaşma ve batıcılığı; Anadolu’ya sırt dönme şeklinde algılayarak bir yaşam tarzı tutturmuşlar. Kendilerine “kültürlü insan“ diyorlar. Bu niteliği taşıdığını savlayan okumuşlar, kendilerine çokça soyut “entellüktüel” nitelikler yüklüyorlar. Görsel ve yazınsal ve dinletisel basın da, uç noktalarda ve Paris’i ya da Londra’yı, Roma’yı, New York’u kıskandıracak bir debdebe, bir görgüsüzlük, bozulma, yapay ve yapmacık bir açık - saçıklık sergileyerek halkın umudunu iyice kırıyorlar. Dürüst ve halkının yanında yer alan aydınları da, halkın karşısında güvenilmez ve kuşku duyulan ve kendisinden uzaklaşılan insan durumunda bırakıyorlar. Böylece halk, kara cübbesi ve sarığı ile KARA ŞAMANDAN başka bir şey olmayan tuhaf görünümlü yaratıkların arkasında enerjisini TÜRBAN ya da KAN AKITARAK BİR KÜRT yapay sorunlarının peşinde ve kötü bir ekonominin içinde yaşayarak gerçeklerden kopuk, çıkış yolunu nasıl bulacağını bilemeyen ve başı olmayan bir gövde gibi ortalıklarda dolanıp duruyor. İyi günlere doğru gitmiyoruz. Bu durumda açıktır ki; ülkemizde ister etnik isterse dinsel ya da kendini ne anlamda algılıyorsa, her türlü kültür kümelerinin devletiyle barışık bir ortamı oluşturma görevidir aydınları bekleyen. Bu görevin gerek teknolojik ve örgütsel, gerekse ideolojik yapısını oluşturmak aydınların sorumluluğundadır. Çünkü Cumhuriyet saldırı altında ise, saldırı bizedir. Gün; saflarımızı sıklaştırma, halkla bütünleşme ve soysuzluk, bozulma, ilkesizlik, yoksulluk, şeriat ve ırkçılıkla mücadele etme cesaret ve yeteneğinde olanların göreve çağırıldığı gündür. Korku ve yılgınlık gösteremeyeceğimiz günlerdir.

Diğer Haberler