1980’lerin topluma ektiği en kötü tohumlardan biri; insanların her türlü dürtüsünü hayasızca yaşama geçirme özgürlüğü haklarının var olduğunu düşünerek gerçekleştirmeleri oldu.
Ülkeye genelden baktığımızda, faşist yönetim ürünü AKP’nin fütursuzca ülkemizin en temel değerlerinin, ana muhalefeti uyutarak nasıl hayata geçirileceği pratiğini topluma yerleştirdiğini görüyoruz.
Ben yaştakilerin, tartışılamaz sandığı tüm değerlerin tartışılabilir, hatta yok edilebilir olduğunu yaşattı ve bir kesimin cesaretlenmesi için her türlü alt yapıyı hazırladı.
Amerikalı muhalif bir yazarın (ki orda da var, biline) bir söylemi var; “İlkeler yok olduğunda, tüm değerler satılabilir olur.”
AKP, Cumhuriyet ilkelerini yok ederek, tüm değerleri satılabilir hale getirdi.
Buradan hareketle ana muhalefet de bu yarıştan geri kalmadı.
“Laik Cumhuriyetin vakti dolmuştur” diyen Bekaroğlu’nu ‘cinsiyet kotasından, PM’ye aldı.
Aynı gün ikinci tokata hazır olmak gerektiğini düşünmüyor, ilkelerin yok olduğunu unutuyorsunuz da, birden suratınızda bir tokat daha patlıyor; eski genel başkan yardımcısı, aşiret baskısı olduğunu söyleyip AKP’den aday olduğunu açıklıyor.
İşte ilkelerin yok olduğunda iktidar hırsı ile oluşturulmuş ilkesiz kadrolar.
E şimdi imam bi halt ederse, cemaat boş durur mu? (Bunu deyim olarak kullandım paralel ile uzak yakın ilişkisi yokturJ) Cemaatte yerelde ortaya ediverir. Ettikten sonra kokusu da çok sonra çıkar, elbet...
***
Biraz, eski defterleri açalım…
2010 yılı CHP Bursa İl Kongresinde, kazanmak için Sn. Akdoğan, 5 kişilik bir transfer yapıp, 2 oyla seçimi almıştı… Almıştı ama bir de söz vermişti; “Bu seçimde benim onurumu kurtarın, bir daha aday olmayacağım. Benden sonra Dr. Bülent olsun. Destek için söz veriyorum.”
Yani veliaht atamıştı…
Bugün bakıyorum, eski kral ile veliaht mahkeme koridorlarında buluşmak üzereler. Bir bilen anlatsın şu koltukta ne var?
***
Şimdi gelelim; CHP Bursa iktidarının yan koltuklarında oturanlara. Sanırım yan koltukta da bir keramet olduğunu düşünüp hayata geçirmek isteyenleri de konuşmak gerek.
Yan koltukçu CU ile ilgili yirmi-otuz gündür bildiğim, belgelendirmek için her tarafımı yırttığım, beceriksiz olduğumdan belgelendiremediğim konuya geleyim…
Konu şu; eski bir milletvekilimiz ve de iyi niyetli dostlardan oluşan, demokrat insanlar, Bursa’ya bir damla katkı olsun diye bilişim alanında bir dernek kurdular. Tüm beklenti, her alanda, demokrat sahayı genişletmek…
Hani, geçen ufacık zamanda, dernek merkezi özel çıkar anlamında büyük işlere alet edilmiş ne yazık ki…
Buranın, yönetsel sorumluluğu CU’ ya verilmiş. O da görevini o kadar sahiplenmiş ki, denilen ‘bir şeylere zeval gelmesin’ diye sabahlara kadar oturur olmuş. Sabah güneşine merhaba demeye orada başlamış. Bu merhabaların bir sabahını da kız arkadaşı, genç bir gazeteci ve de onun kız arkadaşı ile gerçekleştirmiş.
Buraya kadar her şey normal, güzel… Güzel de, gün ışıyıp, evren ısınca, bizimkinin kanı ısınmış, içgüdüleri ısınmış, ısınmış…
Ve de kaynamış!..
Bizim CU, koyulmuş mesaj yazmaya. Kime mi? İsminin saklı kalmasını isteyen 16 yaşındaki bir kız kardeşe…
Ne yazmış?
Cinsel taciz içerikli mesaj…
(yazamayacağım artık anlayın!)
Sonra…
Durumu erkek arkadaşına bildiren kızımız ve sonrasında erkek arkadaşa gelen özür falan filan...
Bu olayı öğrendiğimde, kız kardeşle çok konuşmak istedim. Erkek arkadaşı ile konuştum, ikna etmeyi başaramadım. Şimdi kardeşime, bu satırlardan sesleniyorum;
Bu hastalıklı beyinler ‘Özgecan’ları yok edenler. Şimdi sen ismin cismin olmayacak garantisi verilmesine rağmen hiç konuşmaya yanaşmayan kardeşim. Şimdi bir yerlerde “Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamış olabilirsin” ama bunu yapamayan çok kadın canımız var.
Gel bu mesajları açıkla… Özgecanlar belki daha rahat uyur.
CU gelelim sana;
Seni tanıdığımda sevdim… Sevdim de… Sağ kolumu da çok seviyorum ama kangren olursa keserim.
Şimdi, bu yazıdan sonra önünde birkaç seçenek var bana göre;
Birincisi, hatanı kabul edip, istifa ile ortalıktan çekilmen.
İkincisi, beni mahkemeye vermen.
(Bak onu çok isterim hiç olmaz ise Türkiye İletişim Başkanlığı’nın ne işe yaradığını öğrenip, senin siyasetin sonsuzluğuna gidişine tanık olurum...)
Üçüncüsü, her yerde dillendirdiğin söylenen arkandaki “çekiç gücü” devreye sokman.
Lafla peynir gemisi yürümez.
Bir insanın yaşamı, davranışları tüm etik değerlere sahip çıktığında, bir anlam ifade eder.