Medya genelinde, TBMM Başkanlığına, 3 Temmuz saat 17’ye kadar Cumhurbaşkanlığı için, kimler başvurdu göremedik. Hani üç adayın kanun gereği 20 ve üzeri Milletvekili imzası ile başvurduğunu biliyoruz da. Bazı internet sitelerin deki bir habere göre bu sayı dört…
Ama nasıl dört olmuş. Adanalı vatandaş, Eyüp Ayhan Erdem YSK’na adaylık dilekçesini vermiş. Bunun gerekçesin de açıklamış. Açıklaması da bence mantıklı < bizi vekil vesayeti altına alıyorlar, imza sayısı hariç yasal koşulları taşıyan her vatandaş aday olabilmeli. Benim dilekçemi, biliyorum 11 Temmuz da YSK ret edecek. Ben bu haksızlığı, ülkedeki demokrasi seviyesinin düştüğü durumu gündeme taşımak için başvurdum, basın mensupları artık görev sizin!!!> Vekilin onayımı önemli, asılların onayı mı? Bu tam politik vesayet der gibi de, yalnız unuttuğu bu ülke de, basın/basan var varda, “gazetecilerin yok edildiği gerçeği” ve de Ortalığın, kalemlerine mürekkep yerine çamur kullanan çakma gazeteciler ile dolu olduğu…
Doğru söze/soruya ne denir. Bakalım YSK, dört aday vardı, bir adayın başvurusu, yasal şartlar tam oluşmadığından, ret edilmiştir diyecek mi?
Gelelim Cumhurun üç atlısına… Çünkü üçü atı alıp, bırakın Üsküdar’ı denizleri geçti…
Evet, sonuçlar, kime ne yazar. Aslında üç temmuz saat on yedi de bana göre seçim bitti.
Cumhurbaşkanı adayları, Sn İhsanoğlu ve Sn Demirtaş, Devlet BAŞKANI adayına karşı, sadece seçim yarışını kaybetmiş oldular/olurlar. Mevcut makamları konumları itibari ile bırakın kaybetmeyi, tanınırlık yönünü artırdıklarından kazançlı bile sayılırlar..
Sn Erdoğan zaten, “devlet başkanlığı” hayallerini gerçekleştirerek kazandı/kazanacak. Hayal diyorum, baksanıza twitter adresini dört yıl kadar önce almış bile, @cbrte kısaltması olarak. Ama haksızlık etmemek lazım, cumhur yerine @d kelimesi ile başlatmamış; inanıyorum ki o da alınmış, kozmik odalarda saklanıyordur. Türküdeki gibi, Sn Erdoğan kazandığı “yolun sonu görünüyor” net şekilde.
Sn Demirtaş’a gelince. Seçime girerken, çok olağanüstü bir olay gerçekleşmez ise, kazanamayacağını biliyor. Burada hesap, ülke genelinde HDP oyların saydırmak. Sonra çıkacak oy oranına öre, 2015 genel seçim, yol haritasını çizmek. Bu noktadan baktığımızda kayıp yok.
Gelin görün ki, HDP Genel Kurulunda, Türk bayrağının asılması ile ilgili, medyada yer aldığına göre tartışmalar yaşanmış. Daha önemlisi ”Türk Bayrağı “yasal zorunluluk olarak” asılmış… Benim anlamadığım, siz, tüm ülkenin kitle partisi olarak yola çıkacaksınız, ötesi ülkenin Cumhurbaşkanını seçimlere talip olacaksınız, yıllardır bir sürü etnik kökeni olan bu ülkede, Sn Demirtaş’ın deyimi ile “MHP’li kardeşlerimizin oyuna da talibim” diyeceksiniz. Sonra yuhalamalar ile Türk Bayrağı asılacak… Bakın burada uç iki nokta var, bunlardan birisi doğru ise diğeri kesin yanlış. Kitle partisi olarak yola çıktım deyip, etnik köken politikasında direnmek, ya bu halk size oy verir mi Sn Demirtaş? Ülkenin özgürlükçü, eşitlikçi partisi olmak istiyorsanız; Politikayı (çok yüzlüğü) bırakın, siyaset yapma yoluna girin derim. Bu verilen görüntü ile özgürlükçü, barışçıl, emekten yana, sıradan vatandaşların oyunu kaybetme riskiniz olağan üstü yüksek. İşte bu çerçeveden bakınca Sn Demirtaş’ın şahsında olmasa da HDP özelinde kayıp kaçınılmaz.
Peki, Sn İhsanoğlu’nun durumu ne. Bence, en büyük düş kırıklığını, çatı partileri ile beraber, seçimi ikinci tura taşıyamayınca yaşayacak. Biraz morali bozulacak, stres atmak için, ilk uçak ile ABD’ye uçarak, tatile merhaba diyecek, Miami sahillerinde huzuru arayacak…
Ya kalanlar, Çatı mimarları Sn Kılıçdaroğlu ile Sn Bahçeli’ye bu tablo ne getirecek. İşte burada her iki parti içinde olağanüstü kurultay/genel kurullara merhaba denilecek.
MHP içinde, ülkücü kanat kenarda seçimin bitmesini bekliyor. Söylemleri ağır, Genel Başkanlarını “ülkücü törelere” ihanet ile suçluyorlar. İlk defa Sn Bahçeli, kimi en yakınlarından bile destek alamayacağı duruma düşmüş oluyor… Hani koltuğunu kaybedeceği gibi dostta yitirecek…
CHP’ye gelince “yandı gülüm keten helva” durumu aynı ile vaki. Yerel seçimlerden sonra, alınan yenilgide en yakın beş çalışma arkadaşına faturayı kesti ve gönderdi, hesabı kapattı Genel Başkan. O yenilgiden sonra, ikinci bir yenilgiyi taşıyamayacağını da alenen biliyor Sn Kılıçdaroğlu. Parti içinde, disiplin sopasını kullanarak, aleyhte konuşulmaması için genelge üzerine genelge yayınlatıyor. Fakat üst kurullarda ki rahatsızlığı genelge ile gideremeyeceğini gördüğünden, “tüm risk bana ait” açıklaması yapıyor. Kısaca hesaplar benden, ben faturayı öderim diyor.
Parti içi tüm muhalifler, cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında yapılacak tüzük kurultayını bekliyor. Bir Sn Öymen/anketçi Sn Erdem uygulaması için duacılar (geçmişteki tüzük kongresinin seçimli kongreye dönüştürülmesi). Yani tüzük kurultayına “PM ve Genel Başkan seçim” gündemi eklensin diye bol bol hayırlara vesile olsun, cumhurun seçimi demekteler sanırım.
Bu çok takımlı/muhalif guruplu maçta, Sn Kılıçdaroğlu’nun bir kozu var, 2015 Genel seçimleri. Kurultayda bir çoook delegeye milletvekilliği sözü verip, delege dengelerini bozma kozunu kullanabilir. Bunda başarılı olunur ise tüzüğün daha öncede yazdığım gibi, örgütleri görevden alma sonrası olağanüstü genel kurulların, yapılma sürelerini belirleyen maddede değişik yapıp, il ve ilçelerde yeniden seçim sürecini bir yıla çıkarılması gerçekleşirse, bu dönemin tüm başarısızlıklarının sorgulaması yapılmasını ve de parti yönetiminde kendi düşünceleri doğrultusunda sıfırlamış olur.
Ancak, bilene ki sıfırlamalar burada bitmez. Bunun karşı refleksi de CHP, tabanda birçok partili tarafından sıfırlanır, seçim barajı düşmez ise sıfırlama TBMM’ye kadar uzanır…
Ancak kurultaydan bu maddeyi geçiremez ise, genel başkanlık koltuğuna veda konuşması yapar, bu da onun kayıp hanesine yazar.
Sonuçta, kim kazanırsa kazansın, cumhurun başkan seçiminde, çağdaş, laik, demokratik, özgürlükçü düşünen cumhura kayıp yazar ve de zaten yazdırdılar. Yazık çok yazık…