Yazarlar

Günümüzdeki Yaman Çelişki

post-img
Yaşadığımız günlerde insanlar kendileriyle daha fazla ilgilenmek istiyorlar. Ülkemizin hemen bütün il ve ilçeleri genelde çeşitli meslek edindirme kurslarına, bir meslek alanında uzmanlık edinmek için yoğun bir ilgi var. Çünkü insanlar kendilerini geliştirip, kişilikli olmak istiyorlar. Çünkü çağdaş üretim teknikleri hakkında eğitimli olmak, bunu belgelemek iş bulmanın anahtarı oldu artık. Aslında iş bulmak güdüsü ile birlikte, yeteneklerini ortaya koymak istiyorlar. Kişilikli, saygı değer bir insan olmak, toplumda yücelip sosyalleşmek, kendi yerini almak istiyorlar. İstiyorlar da, sorun da burada başlıyor zaten. Toplumsal evrim o denli hızlı ki; bireysel evrim toplumun gelişim hızına yetişemiyor bir türlü. Çünkü küresel değişimin hükümet tarafından topluma öncelik olarak dayatılması; küresel evrimi yakalamak durumunda kalan yerel dinamiklerin küreselle bütünleşmiş ana arterleri, etkisinde kaldıkları basıncı emecek daha küçük damarlara, giderek toplumsal en son hücrelere, yani bireye kadar inmek zorunda bırakıyor. Çelişki de burada başlıyor zaten; milliyetçilik ya da yerel kalmada ısrar eden muhafazakâr tutum hükümetin karşısına dikiliveriyor. İşin garip tarafı, hükümet “İslamiyet’i referans olarak aldıklarını çoktan açıklamış bulunan Başbakanları” ile zaten yeterince muhafazakâr. Yani muhafazakârların devrimci, devrimcilerin muhafazakâr role soyundukları bir yaman çelişkiden geçmekteyiz. Küreselleşme nedeniyle bir diğer çelişki de bireyin konumunda ortaya çıkıyor; birey üretime özgür, çağdaş bir insan olarak mı katılmaktadır, yoksa birey zaten özgür değildir de, bu bir yanılsama mıdır? Toplumsal refahın motoru üretimdir. Üretim içinse yatırım gerekir. Bakıyoruz ülkemizde bir yatırım yapılmazken, var olan üretim organlarının yabancı sermayeye satışı ve bu yolla ülke ekonomisine girdiği var sayılan taze para politikaları ile dış ticaret açığının kapatıldığını, yani ülke ekonomisinin restorasyonu (yenilenmesi) için uygulanan bu sıcak para politikasının da kalkınma modeli olarak tanımlandığını görüyoruz. Öyle sanıyorum ki, özelleştirmenin sonuna gelindiğinde yani deniz bittiğinde Türkiye başını kaldırıp etrafına baktığında şu gerçeği görecektir; Daha şimdiden borsa kanalıyla Yunan, İtalyan, Alman halkının emeklilerinin maaşlarını Türk halkı ödemektedir. Evet, yanlış okumadınız, Türk halkı ödemektedir. Çünkü bu ülkelere ait emekli sandıkları fonlarını Türkiye’ye getirmekteler. Hazine bono faizleri halen Avrupa’ya göre çok yüksek. Düşük dolar kuru nedeniyle borsa dâhil realize (oluşturdukları) ettikleri kârlarını dolara kolayca çevirerek ülkelerine götürmekte, o ülkelerdeki emekli aylıklarını yüksek düzeyden rahatlıkla ödemektedirler. Türkiye halkı, emeklisine çalışanına yeterli kaynağı ayıramadığı için yoksulluk sınırlarında yaşamakta. Başbakan da milli gelirin 10 bin dolara yükseldiği safsatası ile uğraşmakta. Üstelik Telekom tarafından yapılan ve geçen yıldan başlayan yıllık 700 milyon dolarlık zammın küresel gıda fiyatlarındaki artış petroldeki tırmanışla enflasyonun nasıl olup ta tek haneli rakamlarda kalacağına ilişkin Merkez Bankası açıklamaları insanı şaşkınlığa sürüklemekte. Sıcak para Türkiye’de kazanca öylesine alıştı ki, bu durumun taşıdığı var sayılan riske bile aldırmıyor, geldikçe geliyor. R.T. Erdoğan da rahatlıkla; “Yerinizden pek kıpırdamayın, ekonomiyi ürkütürsünüz, biraz zor toparlarsınız sonra!” gibi bir şeyler söylüyor. Tarih boyunca yerleşik düzende eylemin doğası gereği; tiranlar, ruhban sınıfı, askerler ile yönetilen halk özgür ya da köle sınıflı düzenekler oluşturdular. İşte bu düzenekte egemenler yerlerini koruyabilmek için binlerce yıldır bilimin, yani insan özgürlüğünün temeli demek olan kendini ve doğayı anlamasını sağlayan bilginin saraylardan, tapınaklardan, kışlalardan dışarıya kendi çıkar ilişkilerinden daha aşağıya; halka-sokağa inmesine izin vermediler. Sistemin doğası gereği halkı eğitip örgütleyenleri suçlayıp yok ettiler. Bütün bu yok edişler insanın gelişmesinde orta çağlarda bir gecikme yaratsa da günümüzde; gelinen iletişim ve bilişim devrimi yanında artık geçerliğini yitirmiş bulunuyor. Osmanlı şuydu, Mustafa Kemal’e ihanet edildi sözleri artık fazla bir anlam taşımıyor. Günü-müz gelinen yaşam modeli; ister Hıristiyan, ister Müslüman ve hatta şu ya da bu din ya da dinsiz olun şu soruya vereceğiniz yanıtta düğümleniyor: Bireysel özgürlük nedir? Yanıt çok açık; bilgidir. Bilgi ise evrensel boyutta, almak istediğiniz her yerde, en kolay ulaşabileceğiniz şekilde sizi bekliyor ve çok büyük bir hızla gelişip değişiyor. Tiranlar, ruhbanlar, askerler ne kadar direnirlerse dirensinler; hiç istemedikleri bir gerçekle artık yüz yüzeler: İnsan özgür. İnsan bilgiye ulaştıkça, kişiliğini ve yeteneklerini bilgi ile yoğurdukça özgürleşecektir. Henüz başaramamış olanlar da aynı sonuca ulaşacaklardır zamanla. Alvin Toffler diyor ki; “... Sorun işgücü kitlesinde değil, sorun işgücünün kalitesinde... Yarının işleri patriot füzelerinin scud füzelerini izlediği gibi, her gün kendimizi yenileyerek tekniğe, yetişmemiz gereken hızlı hedeflere benzeyecek... Ama insan ilişkilerini düşünme, buluş ve sorunlarını çözme sanatı gibi zihinsel işleri nasıl öğretmek gerek?” Sorusuna yanıt ararken şöyle söylüyor: “Yanıtın, okulun kullanılmış sıralarında olduğundan kuşkuluyum!” Öyleyse toplumlar, küreselleşme sürecine evrensel tabanda katkıda bulunma gücünü kendi kültürel kökenlerinden alacaklardır. Sahip olduğumuz hangi kültürel değerlerle evrensel düzeyde insanlığa katkıda bulunabiliriz? Belki de yanıtı, halkımızın evrensel bilgiye ulaşma ve yeteneklerini geliştirme konusunda birçok kentimizde açılan eğitim faaliyetlerine katılma konusunda gösterdiği istekte bulabiliriz.

Diğer Haberler