Günlük yaşayışımızı her alanda yönlendirme odaklı toplumsal önermelerde bulunan birçok ulus/uluslararası kurum hayatımızda önemli yer tutar. Bu kurumlar “moda” denilen görüngü (fenomenin) üretici odaklarıdır. Elbette üretimlerinin temel işlevselliği “seküler/lâik” genel kültürün temel olarak ele alındığı kültürel yapılanmadır ki, biz buna “hâkim” kültür diyoruz. Yani Cumhuriyet Türkiye’sinin içinde yer aldığı ve adına “çağdaşlık” denilen kültür alanıdır.
Kadınları hedef kitle olarak ele alan “modadan” söz etmek istiyoruz. Yani ortaya çıktığı zaman, elbette her yeni yıla girmeden önce, medya destekli büyük gösterilerle tüketici kitleye “dünün ürkek tarzları yüzünden içinizde saklı kalan büyüleyici gücü bu yeni giyim tarzı ile ortaya çıkarabilirsiniz!” mesajı verilir. Üstelik “böylece tam da kendi istediğiniz gibi olabilirsiniz, üstelik herkes için geçerli!” diyen bir hâkim kültürden.
Seküler/lâik toplumlarda etnik bilincin, eşcinsel hareketin, kadınların özgürlüğü guruplarının ya da dazlaklar gibi radikallerin yani alt kültür guruplarının belirleyici bu genel kültüre bir başkaldırı ve kendilerini tanımlama özgürlüğünü kullanarak ortaya çıkardıkları bir takım giyim kuşam biçimleri vardır.
Bedeni saran dar/bol tişört giyilmesi, erkeklerin kulağa küpe takması, yırtık pırtık pantolon, blue jean giyilmesi, düşük kemerli pantolon, zincirin giysilerde kullanılması gibi. Saçların jölelenmesi, hispanik saç kesimi bu alt kültürleri tanımlayıcı davranışlar olarak öne çıkar. Aslında olanlar her ne kadar burjuva kültürünü tehdit edici bir görünümde olsalar da, moda denilen kurum bu olgulara pek de uzak durmaz. Bu tür ayrıntı ve protest tarzları kendi dünyası içine alarak, içselleştirir ve böylece toplumun genel geçer “hâkim kültürü” ile yeni ortaya çıkan radikal gurupların yaşam tarzını da yumuşatarak ve bir isyana dönüştürmeden toplumca genel kabul edilebilir hale kolayca getirir. Buna “moda’nın gücü” diyebiliriz. Böylece “anti moda kimliği” hâkim kültürü tetikleyici bir rol de üstlenebilmektedir. Başka şekilde düşünmek gerekirse buna; radikal alt kültür kimliğinin kendini ifade tarzının, üst kültür yapılanmasında bir takım gerekli ya da zorunlu değişimi tetiklediğini söyleyebiliriz. Aslında olan; toplumsal değişime alt kültür guruplarının katkısıdır.
Yukarıdan beri sözünü ettiğimiz hâkim ya da üst kültür yapılanması olan seküler/lâik kültür yaşam tarzının ayrılmaz biçimi olan giyim/kuşam/moda kültürünü reddeden bir başka alt kültür gurubu var ki, temelde içinde yaşadıkları her toplumda sorun olmayı başarabilmişlerdir. Bu cümleyle; moda dünyasında “anti modacı” olarak bilinen “muhafazakârlardan”, yani bir önceki yıl ya da daha önceki yıllara bağlı kalan veya geçmiş kuşakların yaşam tarz ve tüketimleri dolayısıyla giyim ve kuşamlarındaki tutuculuğu bölgesel etnik/etnoğrafik konserve halleriyle sürdüren gurup ya da toplulukların dirençlerinden söz etmiyoruz. Söz etmek istediğimiz dini inançlarını öne sürerek, insan olmanın doğal sonucu inanç özgürlüğü haklarını “hâkim kültür olan seküler/lâik kültüre” dayatma tarzındaki “Anti Moda Kimlikleri” nedeniyle ortaya çıkardıkları tartışmalar ve bu nedenle de içinde yaşadıkları toplumları germe yeteneklerinden söz etmek istiyorum.
Amerika’nın büyük kentlerinde yaşayan Hasidî Yahudiler arasında kendilerini lâik toplumdan ayırt edici kıyafeti yüzyıllardır değişmemiştir. Bu durumda kıyafet gurup içinde dayanışma ve dinsel inanç birliğine tanıklık etmekle kalmayıp son derece maksatlı bir şekilde toplum içinde diğer kimselerle etkileşimin önünde bir engel de oluşturur. Yani bu yolla gurup kendini seküler/lâik manevî kirlenmelerden uzak tutarak korunmuş olduğunu düşünür.
Bizde de “Türban” bu lâik manevî kirlenmeden korunma anlamında kullanılmakta olup, 1960 yılından bu yana, Selefi Tarikatı’nın ortaya attığı siyasi İslâm’ın simgesi olup çıkmıştır.
Yani “Anti Moda Kimliği” olarak kişisel bir hakkın kullanılması haliyle serbest olması gereken “türban” ne yazık ki, dayatmalar nedeniyle siyasi bir kavram haline getirilmiştir.
Bu genel geçer toplumbilim kuralını dikkate alırsak eğer iktidarın ikide bir oy kaygısıyla konuyu kaşıması üyesi oldukları topluluk kültürüne uygun düşebilir. Çünkü Sayın Erdoğan’ın Selefi tarikatının bir zamanlar üyesi olduğu bilgisi, gerek kendisinin ve gerekse de partisinin gösterdiği sürekli tepkiyi anlaşılır kılmaktadır. Elbette Cumhuriyet’in kuruluş felsefesindeki talep ettiği kadın tiplemesi ile Selefi tarikatının talep ettiği kadın tiplemesi arasındaki fark, tartışmanın esasını oluşturmaktadır.
Aslında karşılıklı dayatmaya gerek yok, halk bu uyumu sokakta kurmuş durumda.
Bir varsa biz faniler (!) sokaktaki uyumun yukarılarda neden kurulamadığını anlamakta zorluk çekiyoruz…
Hoş, anlamakta zorluk çektiğimiz bir tek bu konu olsa…