Gezinin bir numaralı dosyası Suriye konusunda uluslararası arenadaki en önemli sonraki adım ‘Cenevre 2’ konferansı. Cenevre Bildirgesi olarak adlandırılan ve Esad rejimini bir değişim sürecine çekmeyi amaçlayan diplomatik çalışma ilk kez geçtiğimiz yılın Haziran ayında ortaya çıkmıştı. Erdoğan, Washington yolunda uçağa binmeden önce yaptığı basın toplantısında, Cenevre’nin yeniden hayata kavuşturulmak istenen ikinci versiyonunu (sürümünü) ‘’ipe un sermek’ olarak gördüğünü söylemişti. Erdoğan, Beyaz Saray görüşmeleri sonrasında ise ‘Cenevre 2’ sürecini en uygun çözüm yolu olarak gördüğünü açıkladı. Erdoğan, Brookings Institution’da yaptığı konuşmada bir soru üzerine, bunun nedeni olarak kendi fikrinin değiştiğini açıkça ifade etmesi dikkat çekici oldu. Çünkü Rusya ve O’nun arkasında İran denklemini dikkate almayan bir Suriye politikasının ABD tarafından onay alması bir hayaldi.
Washington’a gelmeden önce Erdoğan ayrıca Amerikan NBC televizyonuna özel bir mülakat vererek, Amerika’nın öncülüğünde bir uçuşa yasak bölge kuruluşuna destek vereceğini açıklamıştı. Bu aslında mülakattan önceki günlerde Türkiye’den bazı diplomatik kaynakların ve yine Ankara hükümetine yakın olarak bilenen bazı analistlerin verdiği bilgiyle uyuşmuyordu. Uyuşmuyordu ama Erdoğan’ın tek istikrarlı alanı sahip olduğu İslami dünya görüşüdür. İhtimal vermiyorduk ama ola ki bu öneri kabul edilirse Reyhanlı karşısında İdlip vilayetinin en uygun alan olacağını yazmıştık 20 Mayıs tarihli yazımızda. (yazı daha önceki tarihte yazılmıştı)
Uluslararası kriz grubunun Türkiye direktörü Hugh Pope Hürriyet Gazetesi 20 Mayıs 13 tarihli sayısında yayınlanan Cansu Çamlıbel’in röportajından alıntılar:
“ABD’nin Esad rejimini devirmeye yönelik bir askeri operasyona niyeti yok. Eğer Erdoğan bunu umuyorduysa bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Çünkü bir buçuk yıldır Esad’ın gitmesini talep eden keskin politikasında oldukça yalnız kalmış durumda.
… Kimse yangına Türkiye kadar yakın değil. Yaşananların bedelini Türkiye ödüyor. Amerika ‘Biz sizin arkanızdayız, yürüyün’ diyerek sırt sıvazlıyor. Ama aslında Türkiye ile beraber değiller. Bu kriz, Türkiye’nin tek başına bölgede askeri ya da diplomatik olarak bir şeyi değiştirecek kadar kritik bir baskı mekanizmasına sahip olmadığını ortaya koydu.
… ABD’nin ilgisi daha çok Türkiye’nin muhteşem coğrafi konumu ile ilgili; İran’a karşı radar ve Suriye içi istihbarat.
… Türkiye laik görüşlü bir ülke, laik değil. Başbakan Erdoğan’ın kişisel tercihlerini biliyoruz. Kızılcahamam konuşması Kuran’dan alıntılarla ve dini eğitimini (Selefi) ortaya seren vurgularla doluydu. Türkiye bugün Suriye’de Sünni kampın tarafını tutarak ne kadar partizan bir Sünni aktör olarak algılandığının farkında değil. Hem de Sünni kampın hepsine değil o kampın içindeki bir gruba destek vererek. Türkiye’nin tarafı olduğu Katar ve Müslüman Kardeşler grubu. Yani Türkiye 5 sene önce bölgede herkesle konuşabilen tarafsız bir aktörlükten Sünni ülkeler içinde bir bloğu temsil eden bir konuma doğru çekildi.
… Reyhanlı Sünni milislerin ofislerine bir anlamda ev sahipliği yapıyor… Eğer amacınız hem Sünni milisleri hem de Türkiye’yi korkutmaksa, Reyhanlı bariz bir hedeftir.”
Yazının girişindeki ve Hugh Pope’nin tahlillerini de dikkate alırsak eğer, Erdoğan Suriye’de uyguladığı sadece Sünni İslam’ın içindeki belirli bir grubu destekledikleri ve buna uygun bir siyasetin kendisi ve partisinin dünya görüşü olarak hayata geçirme mücadelesi verdiklerini Türkiye halkına anlatması gerekir. Anlatmalı ve halktan onay almalıdır.
Çünkü gerek siyasi ahlak ve gerekse de sahip olduklarını her fırsatta açıkladıkları İslam’ın o güzel ahlakına aykırı bir şeyler mi var?
Türkiye’nin bağımsız tarafsızlık ilkesinden çark etmesini gerektirecek bu siyasi İslam’ın dar koridorlarına neden sıkıştığımızı halka anlatmalıdır, üstelik çocuk cesetlerini yarın Tanrı’nın kendisine soracağı edebiyatını bırakarak. Reyhanlı’da 51 can bu nedenle öldü çünkü.