Ortadoğu 2013 Sonuç
Senkretizm ve Ilımlı İslam
Antik Yunan’dan köken alan sözcük (senkretizm); aralarında sürekli savaşan Giritlilerin ortak bir düşman söz konusu olduğunda anlaşmazlıkları bir tarafa bırakıp oluşturdukları birliği tanımlamak için Plutark (İS. 50-120) tarafından kullanılmıştır. Böylece bu terim; herhangi bir tehditle yüz yüze gelindiğinde karşılıklı farklılıkların uzlaştırılması gerektiğine işaret eden bir siyasal anlam yüklenerek kullanılmaya başlanmıştır. 16. yy.da Erasmus aynı kavramı Latince’de felsefi ve teolojik öğretilerde eklektik karışımlar için kullanır. Rönesans ile temelleri atılmaya başlanan laik düşüncenin karşısında Eflatun ve Aristotales’in yeniden keşfi ile kilisenin katı okumalarına karşı böylece Orta Çağ Hıristiyan teolojisinde senkretik bir motivasyona işaret etmekteydi. Bu işaret, giderek Hıristiyan dünyasında Luteryan, Presbiteryan, Protestan ve Katolikler arasında yüzyıllar boyunca süren sadece mezhepleri uzlaştırma ve öğreti üzerine sorunsallaştırılmış konuları değil, birbirlerine karşılıklı katılımın gerektirdiği cemaat ritüelleri ve vaftiz törenleri ile ilgili sorunları da kapsayan alandı. Karşı olanlar ise bu hareketi dinsel öğretileri karıştırarak bozmakla itham etmişlerdi. Böylece kavram bu dönemde “karışarak bozulma” ve horlayıcı anlamda kullanılmıştır.
19. yüzyıla gelindiğinde din bilginlerince bu kavram din bilimleri terminolojisinde farklı kült, rit ve dinsel anlatıların karışması anlamında; Yunan, Roma ve Doğu batıni dinlerinin karışımını vurgular. Bu kavramın oluşmasında Roma İmparatorluğunda senkretizmin emperyalist bir strateji olarak ele alınmış olması ilgi çekicidir. Roma devletince çeşitli tanrıların birbirlerine ikame edilmesiyle oluşan inanç karışımının farklı bölge ve eyaletlerin halklarını kaynaştırma siyaseti güdülüyordu. Romalılar fethettikleri yabancı yerlere ait özel kültleri alarak böylece dönüştürüyorlardı.
Örneğin İmparatorluk Helenik senkretizmi Yunan ve Roma tanrılarıyla Mısırlıların ve Barbarların (!) tanrılarıyla birleştirmeye girişmişti. İskenderiye’de Ptolemies adlı tanrı, Mısırlıların tanrısı Osiris-Apis’le ilişkilendirilirken, Asclepius, Zeus, Pluto ile de özdeşleştir-me yoluna gidilmişti. Elbette efsaneler yoluyla. Böylece Doğu dinleri Batı dinleri ile uyumlu hale getirilir. Örneğin İsis adlı Mısır tanrıçası bir dünya tanrıçası olur: Kıbrıs’ta Cypris (Kıbrıs adı buradan gelir), Girit’te Diana, Sicilya’da Proserpine.
İran’daki pagan inanç kültü Mitra Doğulu, Romalı ve geç dönem Hıristiyanlığa ait öğelerin bir karışımıydı. Anadolu’da tapılan (Roma dönemi) Manga Mater (Meryem Ana), Attis-Kibele Helen kültürüyle İmparatorlukta içselleştirildi. Böylece farklı tanrılara bağlı olan özellikler “Yüce Tanrı” olarak saygı duyulan belli bir tanrıya nakledilmiş olmaktaydı. İÖ. 3. yüzyılda Orta Doğu, (Suriye ve aşağısı) Anadolu Helenistik Batılı kültler panteistik güneş dinine karıştırılmış oldu.
Sonuçta tüm bu süreç dikkate alındığında, senkretizmin “kültürleşme” kavramının dinsel alandaki karşılığı olduğunu görürüz. Öyleyse bir tanıma da ulaşabiliriz sanıyorum: “İki ya da daha fazla sayıdaki kültür grubunun sürekli etkileşimi sonucunda grupların ötekine ait kültür öğelerini kabulü ile yeni bir kültür bileşiminin ortaya çıkmasıdır diyebiliriz senkretizme.” Yani dinsel kurumlar ile inanç öğelerinin yeniden tanımlanması ve kabulü.
Ortalıklarda gezinen ve İktidar Partisi’nin destek verdiğini bildirdiği “Büyük Ortadoğu” projeleri ile birlikte gerek ABD ve gerekse AB’nin birdenbire Türkiye sevdası, bizim anladığımız kadarı ile farklı İslamî mezhep ve anlayışların iş bu senkretik yapılanma içinde, Türkiye’ye “ılımlı İslâm” görevi verilerek tarihte Hıristiyanlıkta olduğu gibi -ne derece başarılı olduğuna dikkat edilmeksizin- yeni bir yapılanma denemesine girişilmek istenmesidir.
ABD’nin Irak işgali, Tunus’la başlayan ve seküler anlayışın “demokrasi” çağdaş değerlerle buluşma bulamacıyla Arap halklarına şirin bir paket olarak sunulan (uğruna ölünecek!) “Arap Baharı” belli ki Ortadoğu’nun yeniden yapılanmasında kullanılacak metodolojiyi (yöntembilim) de ortaya çıkartmış bulunuyor.
Rusya, Çin, İran faktörü oynanan bu oyunda rol kapınca; “Arap Baharı” Suriye’de takıldı, kaldı.
Kabul edildiği ya da istenildiği gibi de bir “ılımlı İslâm” Hükümeti şu anda Türkiye’yi yönetiyor. Bilemiyorum; bu bir şans mı, değil mi? Bildiğim Cumhuriyet devletini kurarken Batı’nın verdiği görevi değil, Batı’nın kanımıza, malımıza kastına halkın “iman dolu göğsünü” “medeniyet denilen tek dişi kalmış canavara” karşı bent edip ortak “şuurunu” kullanmış olmasıdır. O şuurun da marşı Onuncu Yıl Marşı olup “Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan” diye başlar ve Türk ulusunun yeniden doğuşunu simgeler.
İşte günümüz iktidarının “neyi ördün, Biz örüyoruz demir ağlarla yurdu!” çıkışını yapıyor olması Cumhuriyetin kuruluş bayram kutlamaları kısıtlama girişimi, 4x4 eğitim karışıklığı yaratmaları halkın “iman dolu göğsüne” hedef şaşırtma denemeleri olarak algılamak gerekir.
Yapılanlar boşuna değil. Petriot füzelerinin ülkemize yerleştirilmesi “Suriye denilen canavarın” füzelerinden halkımızı korumak için söylemi tutmuş görünüyor! Ne var ki, bu füzelerin gelişi oyundaki diğer aktörler tarafından bir tehdit olarak algılanmış durumdalar.
Daha önce yayınladığımız bazı uzmanlardan alıntıladığımız Ortadoğu 2013 analizlerinde eksik kalan Türkiye profili (görüntüsü) hiçte parlak görünmüyor. Ortadoğu 2013 te sertleşirse, Türkiye bu belanın tam da göbeğinde kalacak.
Sonuçta “Ilımlı İslam’ın” bizi getirdiği yer pekte parlak değil.
Tankut Sözeri