Yazarlar

Romantik Milliyetçiler

post-img
Romantik Milliyetçiler Erdoğan/Baykal   Kendini düş gücünün egemenliğine kaptırmış, çok şeyler vaat eden ancak ütopik (hayalci) ve coşkulu olan girişimlere özel bir ilgi duyanların davranış ya da yaşam biçimleri diye de tanımlayabiliriz romantizmi. Örneğin gençliğin düş gücüne göndermede bulunurken rahatlıkla “gençlik romantizmi!” işte deyiveririz. Sert görünüşlü bir iş adamı, siyasi bir önder için; “romantizmden haberi yok adamın!” diye yargıda bulunanlara sıkça rastlarız. Aslında söylenmek istenen duygunun akıl, hayal gücünün de eleştirel çözümlemeye daha üstün tutulması dileğidir. İş adamı o zaman iş adamı, önder de o zaman önder olacaktır çünkü. İşçi ile zarı zarı ağlanacak, geçmişe dönük şanlı atalar yâd edilerek kahramanlık söylemleri ile oluşturulan ortak atmosferde kabaran her göğsün sahibi önder ile bütünleşecektir. Gerçekte Doğu toplum üyelerine uygun bir davranış ya da istektir bu anlattığımız. Günümüz Batı toplumunda insanın kendini toplumdan ayrı ve karşılıklı uyulması gerekli kurallar dışında bağımsız kabul eden ve duyumsayan “bireycilik kuramı” na tam karşı olarak Doğu insanı kendini, içinde yaşadığı toplumun ayrılmaz bir üyesi olarak; toplumla özdeş, görevleri karşılığında kendisine verilenle yetinen birisidir. Genelde verilenin düş gücüne dayanan geçmişin güzel günleri ile örtüşen bir ütopya olduğunu söylemek gerekir. Yani Doğu toplum üyesi bugüne karşı geçmişi, fantastik imgelere elverişli olan eski dönemlere özgü özlemlerini gerçekleştireceğini umduğu geleceği ister. Eylemsel hali elbette romantik bir arayıştır. Ama öyle bir arayıştır ki; eleştirel aklın reddi yolu ile düşsel bir âlemden kendini romantizmin kollarına bırakıverir. Örneğin Almanya’da XVIII yy. sonlarına doğru hız kazanan romantizm akımı; klasik estetiği yadsıyarak ulusal kültür kaynaklarına dönüşü savundu. Hıristiyan Orta Çağ’da sahip oldukları ilk saflığa yeniden ulaşacaklarına inanıyorlardı. Böylece Fransa ve İngiltere, Avusturya, İspanya, İtalya’yı da etkileyen akım; Antik Çağa –eleştirel aklın ilk uyanış çağı– ve paganlara ve Akdeniz kültürüne yani Homeros veya Euripides vb.lerin örnek alınması yerine Kuzey Avrupa’nın Hıristiyanlığa özgü motiflerinin çokça ortaya çıkarıldığı yazarları önem kazanıyordu. Özellikle Shakespeare’in oyunları her yerde coşku içinde izleniyordu. Çünkü Shakespeare’in oyunlarında bunalım, melankoli, ihtiras ve derin tutkular öne çıkıyordu. Romantizmi baştan çıkaran kavramlardı bunlar. Elbette bu haliyle de aydınlanmacılıktan kopuş ile düşünen aklın yerini heyecan ve duygu alıyordu. Romantizm ilgi çekici bir sentez olarak kendini savunacak bir hayli sanatçı ve düşünür, kompozitör, ressam ve mimar yetiştirmekle kalmamış, zaman zaman dogmatik (değiştirilmesi önerilemeyen buyruk) eğilimlere sahip olsa da, felsefi bir öğreti olarak kabul edilmeseler de, konformizmin (uymacılık-rahatçılığın) insana verdiği eylemsizliğe karşı çıkışlarıyla; insan ruhunun karanlığına ışık tutmaya çalışmışlardır. Romantizm alanında edebiyat, resim, müzik, mimari, heykel ve hatta siyasette hemen hemen her ülkede çok ünlü sanatçı ve yazarlar yetişti. Ortak özellikleri sanatçının özgürlüğü, iç dünyanın olduğu gibi ve özellikle yoğun duygusal içerikli olarak dile getirilmesi ile biçimsel çerçevenin kırılması, karşıtlıkların araştırılması ve öne çıkarılmasıydı. Türkiye de ise bu akım adını (1839) ünlü fermandan alarak “Tanzimat Edebiyatı” 1859/1895 eliyle o günleri haylice etkilemiş günümüzde pek yer bulamayan ama gene de bize göre kuytu köşede ya da daha açık bir şekilde yaşamaya devam etmekte olan bir akımdır romantizm. Tanzimat aynı zamanda Avrupalılaşmanın başlangıcı olup, ulusalcılığı da içeren romantizmin etkisi Osmanlı üzerinde derinden ve uzun süreli olmuştur. Fransız İhtilalinde önemli etkisi olan ve düşünce düzeyinde hazırlayıcılarından kabul edilen ve Romantizmin babası sayılan Rousso’yu işaret edersem, ne demek istediğim hemen anlaşılır. Ortaya çıktığı döneme damgasını vurarak devletlerin ulus model üzerine kuruluşuna neden olan romantizm, dinsel motif içerse de; ağırlığını daha çok milliyetçilik alanında göstermiş ve çağdaş felsefe akımları içinde artık yer almıyor. Ya da bu akım yeryüzünün geri ve hala cahil bırakılmış insan topluluklarını etki altına almak için bazı yerel liderlerce kitleleri motive etmede kullanılabiliyor. Bu liderler uygar toplumlarca çağ dışı ve insanlık suçu işleyenler olarak kabul edilmekte ve eğer önemli sorunlara neden olmaları halinde Uluslar Üstü Mahkemelerde, Miloseviç gibi, yargılanmaktadırlar.   Ülkemizde bizce günümüz en uç romantiği; “Referansım İslam’dır!” diyen Tayyip Erdoğan’dır. Her romantik gibi, duygusal ve coşkulu haliyle çekici görünse de; siyaset terazisinde Cumhuriyet’in yakoben devrimci anlayışındaki elit kadroları, ordu dâhil, büyük acılara ve derin sorunlara sebebiyet vererek tasfiye etmekten çekinmemiştir. Şu anda Cumhuriyet’i restorasyona (yenileme) tabi tutmak için topluma “başkanlık” sistemini kabul ettirebilmek karşılığında Kürt terörizmini bitirme tavizini koymuş bulunuyor. Elbette çok açık ki, bu durumda da partneri (işbirlikçisi) Kürt partisi olduğu su götürmez olan BDP olacak gibi görünüyor. İşte bu aşamada sazın tam da bam teline basıldığını (sazı CHP olarak okuyunuz) gören ve zaten Parti içinde tepkilerin ölçülebilmesi için başlatılmış bulunan “milliyetçilik/ulusalcılık” tartışmaları belli bir o hız kazanmışken ülkemizin elde kalmış en jacoben sabık liderlerinden Deniz Baykal grup kürsüsünde sıkı bir ulusalcı ve milliyetçi konuşma ile “duruma vaziyet ettiğini, boşlukta kalan Cumhuriyet’in korunma kollanması görevine talip olduğunu” partililere ve de cümle âleme göstermiş oldu. Mustafa Kemal ve arkadaşları Kurtuluş Savaşından sonra Cumhuriyet’in kuruluşunu halka sorarak değil tepeden inme devrimlerle meydana getirmiş ve yeni bir ulus devlet yaratabilmenin toplum mühendisliğini uygulamıştı. O günlerin koşullarına en uygun davranış modeli olarak Jacoben devrimcilik anlayışı ile hareket edilmesi elbette çok doğaldı. Osmanlı’dan devir alınan nüfusun %2 si ancak okuma yazma biliyordu. 19950 yılı demokrasiye geçilmesinde Atatürk’ün en sağlam arkadaşı İsmet İnönü ile iş bu Jacoben anlayışın terk edilmesi gerçekleşmiş ve demokrasinin halk tarafından benimseneceği öngörülmüştü. Ne var ki, seçimle iktidara gelen DP kadroları demokrasiyi içlerine pek sindirememiş ve olan olmuş ülke 27 Mayı 1960 ta asker eliyle tekrar o jacoben (tepeden inmeci) toplum mühendisliği ile hiçte hak etmediği günlere dönmüş oldu. CHP de elbette bu darbeler tarihimizden yeterince nasibini aldı ve İnönü/den sonra bize göre son demokrat Ecevit gittiğinden beri- SHP ara formülünden sonra- kendini son jacoben Deniz Baykal’ın ellerinde buldu. CHP markasının getirisi ile Baykal ne güzel idare ediyordu. Parti küçülmüştü ama olsun, Baykal ve ekibi önemini koruyordu. Kılıçdaroğlunu itibarsızlaştırmak için Tayyip Erdoğan ne kadar uğraşıyorsa, CHP içinde de bir klik o iş için o kadar uğraşıyor. CHP yenileşmek zorunda, savunacağı ilke Mustafa Kemal’in “muasır medeniyet” dediği “çağdaşlaşma” olmalı ve İnönü’nün 1950 de DP nin uygulamaları ile yarım kalan “yenilenme” hareketi olmalıdır. Bu iki hareket günümüz CHP sinin olmazlarıdır. Bize göre Deniz Baykal sevapları ve günahları ile artık teşekkürü hak etmiş bir eski lider olarak onuru hak ettiği köşesine çekilmelidir. Çünkü artık bu ülkenin kaderinde Jacoben devrimci romantiklere yer kalmadı. Karşı devrimci olarak Jacoben anlayışa doğru Erdoğan da tırmandıkça o yerin ne kadar dar olduğunu O da anlayacaktır.  

Diğer Haberler