Sahip olduğumuz kültür zenginliğini yitirmiş olma konusunda gösterdiğimiz aymazlık çok acı. Orta Çağı noktalayan filozoflardan Martin Luther şöyle diyordu; “Ey Almanlar, bırakınız Türkler Almanya’yı istilâ etsinler. Hakk’ın, adâletin ne olduğunu Türkler size öğretecektir.” İlgi çekici olan bu Rönesans düşünürler kervanına Civitas Solis (Güneş Ülkesi) kitabıyla önemli katkıda bulunan İtalyan düşünür Tommaso Campanella da şöyle diyordu: “Ben bir Güneş Ülkesinin hasretini çekiyorum. Bu ülkede gece olmasın, insanlar orada karanlık mefhumunu tanımasın. Güneş Ülkeyi yeryüzünde bulmak mümkün mü? Fikir hürriyetine, vicdan hürriyetine ilişmeyen Türklerin varlığı –hiç olmazsa yarın– böyle bir ülkenin var olacağını bana zannettiriyor. Mademki düşünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet, o cesur ve âdil Türkler var...”
Çanakkale’den İskenderun körfezine kadar olan bölgeye Hititler “Lukka”, Roma “Lycia” diyorlardı. “Işıklı – Güneşli ülke” demekti bu sözler. Belli ki İtalyan düşünür bu kavramdan etkilenmişti. Üstelik de bu yerler artık Fatih, II. Mehmet’in başında olduğu Osmanlı Devleti yönetimindeydi. Dürer, Bellini gibi ve daha birçok Venedik ve Romalı düşünür ve sanatçıyı önemli düzeyde destekleyen, aydınlık bir Hükümranın günleriydi o günler.
Bakıyorum günümüz ülkesine, neler görüyorum?
Sabah, akşam basılan evler, darbe suçlamasıyla gözaltı ve tutuklamalar… Kime? Üstelik en aydın kişilere; rektörlere, doktorlara, yazarlara, gazetecilere… Özellikle de muvazzaf veya emekli general ve subaylara.
İkinci Dünya Savaşında Polonya’nın karanlık ormanlarında 15 bin Polonyalı subayın katledildiği bir zaman sonra ortaya çıkmıştı. Zamanla karanlıklar aydınlanmış ve Stalin”in emriyle yapıldığı anlaşılmıştı. Polonya halkının savaşta en önemli gücü olan subay sınıfının tasfiye edilmesi ile Polonya”nın direniş gücünün tamamen ortadan kaldırılması amaçlanmıştı.
Subayların toplu olarak ormanlarda katledilmesi mümkün değil artık ama Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş manifestosunu hayata geçiren ve savunma gücünün en stratejik dayanağı olan subay sınıfının itibarsız hale getirilmesi sanki amaçlanmaktadır. Öyle ki, günümüz Akdeniz ve Karadeniz’inin en güçlü donanmasının komuta kademesinin %60’ı tutuklu halde; Kime hizmet ediyor bu işler! Abdülhamit’te dünyanın en güçlü ve büyük ikinci donanmasını kendisine Jön Türkler darbe yapacak korkusuyla Haliçte demirli tutarak yasaklarıyla çürütmüştü.
Tarihte sözü edilen o IŞIKLI ülkeye ne oldu? Hani o Avrupalı aydınların imrendikleri ve kitaplarında övdükleri ülkeye ne oldu? Nedir bu olup bitenler?
Neden bunca yazar ve çizer ve gazeteci tutuklanıyor? Kim inanır o aydınların DARBE yapacaklarına?
Toplumu zararlı alışkanlıklardan koruma adına Meclise verilen ve alt komisyona havale edilen şu alkol yasaklarıyla ilgili tasarıyı okuyunca hemen anlaşılan şey; istenenin alkol yasaklarından daha çok bir Ahlak yasası olduğu anlaşılıyor ve açık ki; yaratıcı ve özgür birey istenmiyor. 4 x eğitim yasası ile bir arada düşünmeniz halinde herkesin Sünni Müslüman amir hükümlerine göre yaşadığı tek tip yaşam sarmalı içinde kolay yönetilen bir toplum isteniyor.
Öyle günlere geldik ki, Milli Mücadeleye ve Mustafa Kemal’e kesin olarak karşı olan Teal-i İslâm Cemiyeti’nin kurucusu İskilipli Atıf Hoca işgalci İngiliz ve Yunan dostu, onların yanındaydı. Bu İslâm Cemiyeti Reisi Evveli olarak o tarihlerde; “Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye maskaraları Yunan askerinin önünden kaçıyor. Bu eşkıyaları ve asileri en kısa zamanda bertaraf etmek hepimize farzdır” diyen adamdır. Belli ki Yunan askerini evlerinde güzelce ağırlamışlar ve günümüze kadar gelen manevi soylarından kalanlar da İskilip Devlet Hastanesi’nin tabelası günümüz Cumhuriyetinin Sağlık Bakanlığınca “İskilipli Atıf Hoca” diye değiştirilmiş ve törende Bakan Yardımcısı Ağah Kafkas ta “Bu bir iade-i itibardır, hakkın teslimidir!” demiş.
Ya ne deseydi yani! Adam Atıf efendinin torunu, gücü eline geçirmiş, güce sahip olmanın ser-hoşluk etkisiyle konuşuyor.