Yazarlar

Komşum, Kuşlar ve Güneş -1-

post-img
Öyle diyor Karacaoğlan; “üç şey vardır ki geçilmez; bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm!” Cem Karaca rahmetli çokça söylerdi bu türküyü. Sonra da izleyenleri… Birkaç gün önce kapı komşumu kaybettim, vefat etti. Nur içinde yatsın, iyi insandı. Dar omuzları ile kilolu bedeni arasına sıkışmış iyi bir kalbe sahipti, yaralı bir kalbe. Daha geçen Eylül’de 40 yaşında dağ gibi oğlunu kalp krizi almış götürmüştü yaşamdan. Şu kadar yıl önce de hayat arkadaşını.. Kızım evde olmadığı zamanlar yalnız yaşayan biriyim. Pazardı, alış verişti derken pek özen gösteremiyorum buzdolabındaki eksiklere. O nedenle de akşam soframı evde kuracaksam çaresiz kapısını çalardım: “Validanım, soğanın var mı?” Hemen koşar içeriden bir dolu soğan getirirdi. Ya da eksiğim domates, biber her ne ise. Gülümseyen bir yüzle sunardı bana onları ve de; “Başka bir eksik var mı?” diye de sormayı eksik etmezdi. Başörtüsünü özenle takar mantosunu giyer öyle çıkardı sokağa. Mütedeyyin bir Müslüman’dı. Üzüntüsünü hiçbir zaman anlayamadık o gülümseyen yüzünden. Çocukları sık sık ziyaretine gelir, pek yalnız bırakmazlardı. Sessiz sedasız, gülümseyen ve huzur veren çehresiyle insanlara güven telkin ederdi. Benimse en iyi komşumdu. Yaşadığım binadaki huzurun simgesiydi O. Bana öyle gelirdi ki bazen TV’lerde şu krizi, bu krizi dediklerinde gülümser; “Boş ver!” derdim, “Hemen kapı komşum Validanım, ülkedeki huzurun da simgesidir!” Karşımızdaki Kız Lisesi’nin damına konan güvercin, serçe kuşlarını da yemlerdi bazen, yani fırsat buldukça. Sayesinde pencerelerimizden kuşlar eksik olmazdı. *** O kuşlar ki; tasavvufta Tanrı’nın yaratıcı gücü, yani O’ndan ve O’nun dileğiyle değil de zorunlu olarak meydana gelen aktif gücü “irade-i kül” ü simgeler. Bu irade Tanrı’nın kendisidir. (Allah zatındadır) Yani kuşlar Padişahı Simurg bu kavramı karşılamaktadır. Bu kavramı en iyi anlatan Feridettin Attar’ ın Mantık-ut-tayr adlı eseridir. Simurg’u anlatır. “Kuşlar bir araya gelip, kendilerine bir padişah seçmek isterler. Bu toplantıda bulunan Hüdhüd kuşu (Hz.Süleyman’ın kuşu) : - Ben Tanrı’nın habercisiyim. Yaradılışın sırrını biliyorum. Süleyman peygambere yoldaş oldum. Onunla birlikte bu âlemi dolaştım. Padişahımı biliyorum. Benimle birlikte gelirseniz, Onu bulursunuz. O, Kaf dağının ardındadır ve adı da Simurg, yani sirenk’dir. Fakat yol uzun, denizler derin, karalar sarptır. Kendimizden geçip yola düşelim. Eğer ondan bir nişan bulabilirsek bize ne mutlu, der. Kuşlar sevinerek Hüdhüd’ün etrafında toplanırlar. Fakat yol zahmetli olduğu için özür dilerler. Sırasıyla bülbül, papağan, kaz, Hüma, doğan, balıkçıl yola çıkarlar. Yolda bitkin hale gelen kuşlar, tekrar Hüdhüd’ün etrafında toplanıp yola devam etmek için şüphelerinin giderilmesini isterler. Hüdhüd, önlerinde istek, aşk, marifet, tokgözlülük, tevhit, (Allah’ ın tekliği ve birliği) hayret ve fakr-u fena (yoksulluk) yedi vadi daha bulunduğunu, bunları geçince Simurg’a ulaşacaklarını söyler. Kuşlar tekrar yola düşerler. Kimi yolda kalır, kimi açlıktan ölür. Sonunda otuz kuş kalır ve yüce bir (Dergâh) ın önüne varırlar. Bir çavuş gelip kapıyı açar, bunları içeri alıp birer tahta oturtur. Hepsinin önüne birer kâğıt koyup (bunları okuyun) der. Kuşlar bütün yaptıklarının o kâğıtta yazılı olduğunu görünce şaşırırlar. Bu sırada Simurg tecelli eder. Fakat gördükleri Simurg kendilerinden başka bir varlık değil. Simurg’da kendilerini, kendilerini Simurg’da görürler. Bu sırada bir ses duyulur: “Siz buraya otuz kuş geldiniz. Bu aynada otuz suret belirdi. Nihayet hepsi Simurg’da yok olur. Gölge güneşte kaybolur!” Böylece halkı temsil eden kuşlar, aklı temsil eden Hüdhüd’ ün aracılığı ile Hakk’ı (Tanrı) temsil eden Simurg’a ulaşmışlardır. Yüzü kadına benzeyen, kendisinde otuz kuşun tecelli ettiği, otuz renkli ve daima gizil olan Simurg, tasavvufun en büyük sembol bir varlığıdır. Bektaşi tekkelerinde talibin “ölmeden ölmek” denilen yeniden doğuş, yani dergâha kabul törenlerinde dergâh dışında adına bir koç tığlanırken (kurban=talip yerine can veren) kendisinin de boynuna dedebaba önüne geldiğinde simgesel bir Bektaşi teberi değdirilir ve geçmiş yaşamı ölmüş olurdu. “Gelen dönmez, dönen gelmez” denirdi. Aslında yapılan Mısırlı yarı tanrı Toth’un sect gizemini koruyan ilkelerin birebir günümüze kadar olan etkisidir. Teb rahipleri de suskunluk yemini eder “gelen dönmez, dönen gelmez!” denilerek uzun bir deneyimden ve eğitimden geçerler ve Osiris’in lambasının bulunduğu odaya gelerek gizli bilgilere ulaşırlardı. O yarı tanrı Toth İslamiyet’e “Hürmüz-Hz.İdris” olarak intikal etmiştir. İnsana sanatı, okuma yazmayı, dikişi vs. gibi bilgileri öğretendir. Konu “Hermetizm” diye bilinir. İşte o teberin de üzerinde geriye doğru bakan bir kuş (simurg) resmedilirken, kuşun hemen ağzından da bir canavar (can-ever=canı seven=Azrail) simge olarak bulunur ve teberin (bir tür balta) keskin, kesici tarafını oluştururdu. İran, Artuklu Beyliğinde kullanılan bu bronz teberlerin yerini genelde Anadolu’da ceviz veya kayın ağacından yapılma aynı zamanda halı dokumada kullanılan, üzerinde taşıdığı simgelerle açıkça bir teber olduğu belli olan, işlevsel olarak ta halıcılıkta kirman olarak değerlendirilen satıra benzeyen bir alettir. Demek ki simgesel olarak can-ever de cennete götüren bir kuştur.

Diğer Haberler