Yazarlar

Bir koyup doksan üç alma siyaseti.

post-img
      Sevindirici bir haber vererek başlayayım. Zaman zaman aklınızdan şüphe duyduysanız bile artık duymayın. Çünkü siz çok normal sayılırsınız. Sadece siz de değil, Yıllardır Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönlü ısınmayan, yaptıklarını bir türlü kabullenemeyen bütün diğer insanlar da normalmiş.  Sonuçta ülke nüfusunun en az yarısı doğal ve insani hareket ediyor. Ve bu Türkiye’nin geleceği için çok çok güzel bir şey.      Şimdi nereden çıktı bu laf diye merak ettiyseniz, anlatayım efendim.      Okul öncesi yaşlardaki çocuklar ile yapılan araştırmalar, küçük çocukların adaletsizliğe karşı çıktığı, haksızlığa itiraz ettiğini göstermiş. Bu sonuç, insanlarda adalet duygusunun doğuştan geldiği anlamını taşıyormuş. Grup içinde bir çocuğun yiyeceğini veya oyuncağını alırsanız, diğer çocuklar buna karşı direniyormuş. Dirençlerini de, mağdur edilen çocuğa kendi yiyecek ve oyuncaklarını vererek gösteriyorlarmış. Çevrenizde tersi hareket eden insanları görüyorsanız, bilin ki, onları bozan bir şey olmuş. Bozulmuşlara karşı da biraz insaflı olun derim.      Cumhurbaşkanı Erdoğan siyaset sahnesine çıktı çıkalı hep kazanıyor. Bütün olayları kendi lehine çevirip, bunları seçmene karşı başarı olarak sunma yeteneğine sahip. Kemal Derviş’in programını uygulayıp, ekonomik başarıları kendi hanesine yazdırabiliyor. Sürecin içinde olmamasına rağmen 28 Şubat mağdurluğunu oynuyor. Öldürülen insanlar direnişçiler tarafında olsa bile Gezi olayları sonrası prim yapıyor. 17-25 Aralık soruşturmalarında, dolarların havada uçtuğu açık seçik herkes tarafından görülüyor olsa bile kendisi yine mağdur sayılıyor. En son Fetö çetesinin darbe girişimi sonrası, adamların çoğunluğu bulundukları makamlara onun başbakanlığı döneminde gelmiş olmasına rağmen, darbecilere karşı başarılarından dolayı yine prim yapabiliyor.      Erdoğan’ın bu becerileri, seçmenin yarısını arkasına alması için yeterli mi, tabii ki hayır.      Seçmenlerin belli bir kesimi de, Erdoğan’ın yaptıklarına fazla aldırış etmeden, güçlünün yanında yer alma güdüsü ile hareket ediyorlar.  Bu da içinde yaşadığımız Doğu toplumun temel göstergelerinden birisidir. Çevrenize dikkatli bakarsanız, bu tip insanlardan da çokça göreceksiniz. Onlara karşı da insaflı olun, doğaları gereği davranıyorlar.      Erdoğan başarılı, neden insanlar başarıya karşı çıkıyor diyebilirsiniz.      Evet, toplumun en az yarısı Erdoğan’a neden karşı çıkıyor?      Sorunun cevabı çocuklar ile yapılan deneylerde yatıyor. Normal insanlar ortada bir haksızlık olduğunu düşünüyor ve itiraz ediyorlar.      Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a karşı çıkan insanlar, Erdoğan’ın her zaman bir koyup üç almasını haksızlık olarak görüyorlar. Vicdanları onlara, bu kadarını hak etmedi, neden gereğinden fazla alıyor diye soruyor.      Erdoğan’ın bir koyup üç aldığı tamı tamına doğru da, bir konu bu arada gözden kaçırılıyor.      Gözden kaçan nedene gelmeden önce, Erdoğan’ın karşısındaki liderlere, daha çok Kemal Kılıçdaroğlu’na yönümüzü çevirmemiz gerekiyor.  Sahi kimdir bu Kemal Kılıçdaroğlu?      Aklı fazla zorlamayan bir örtüşme ile başlamak istiyorum.      Deniz Baykal’ın kaseti çekildiği süreçte, devlet memurluğundan gelme Kılıçdaroğlu’nun koltuk altında dosyalar ile kanal kanal televizyonları dolaştığını görüyoruz. Karşısına çıkan iktidar temsilcilerini dosyalardaki bilgilere boğuyor, işi bilen adam görüntüsü veriyor ve kısa sürede Grup Başkan Vekilliğini kapıyor. Arkasından CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı oluyor ama oyların ancak yüzde otuz yedisini alarak, Ankara’ya geri dönüyor. Anlayacağınız, kariyer merdivenlerini teker teker değil, sıçrayarak çıkıyor. Türk medyası bu arada nedense Deniz Baykal’dan esirgediği ilgiyi Kılıçdaroğlu’na sonuna kadar gösteriyor.      Tatata ta, tatata ta…      2010 yılında Baykal kaseti patlıyor.      Deniz Baykal’ın gitmesi kaçınılmaz olurken, CHP’nin kurmayları yeni genel başkanı belirlemek için evlerde toplantı üzerine toplantı yapıyorlar. Toplantıların bazılarında Kılıçdaroğlu’nun da olduğu söyleniyor. Baykal’ın bir ifadesine göre, buralarda genel başkanlığa aday olmayacağını dile getiren Kılıçdaroğlu CHP genel başkansız kalamaz diyerek, aniden adaylığını açıklıyor.      CHP 33. Olağan kurultayında Kılıçdaroğlu neredeyse delegelerin hepsinin desteğini alıyor ve CHP Genel Başkanı oluyor. O günden bu güne kadar gidilen bütün seçimlerde iktidar partisi AKP’yi bir türlü geçemiyor. En son genel seçimde kendi koyduğu hedef yüzde 35 iken, yine yüzde 25 sınırında kalıyor.      Hikaye uzun, dertler çok ama biz 15 Temmuz gecesine gelirsek, olaylar biraz açıklık kazanacak.      15 Temmuz akşamı Kemal Kılıçdaroğlu danışmanları ve korumaları ile birlikte İstanbul Atatürk hava limanına iniyor. Darbe başlamış ve tanklar hava alanı yolunu tutmuşlar. CHP Genel Başkanı Fetö çetesinin darbe yapmaya çalıştığını orada öğreniyor. Peki bu durumda ne yapılır?      Tabii ki, ne yapacağını danışmanlarına soruyor. Koca koca okumuş yazmış akademisyen adamlar, elbet bir çözüm üretecekler. Üretiyorlar da.      “Efendim, darbe yapılıyor, kimin kazanacağı da daha belli değil, en iyisi siz hiç bir şey söylemeyin, sonra erken öten horoz durumuna düşersiniz”. Süper fikir diyen Kılıçdaroğlu hadi eve gidelim diyor ama nereye? Bu defa korumalar devreye giriyor ve CHP İl Başkanı’nın evine gidelim, oteller pek güvenli değil diyorlar. Madem korumaların önerisi böyle, Kılıçdaroğlu’na da söyleneni yapmak düşüyor.      Tamam. bunların hepsini anladık da, hava alanının kapısını tutan tankların içinde bekleyen darbecilerden izin almak neyin nesi? Hey başkan, onlar Türk demokrasisini (!) tehdit eden, başarılı olsalar anayasayı askıya alarak, bütün siyasileri hapse gönderecek adamlar.      Meclisin apar topar açılması, darbecilerin meclisi bombalaması ve Kılıçdaroğlu’na giden nerede olursan ol, bir an önce birliğine intikal talimatından sonra olanları televizyonlardan canlı kanlı izledik.      Ve tabii bu arada birkaç saatlik ufak bir gecikmeyle Kılıçdaroğlu’nun darbeye karşı olduğunu da öğrenmiş oluyoruz. Yaşasın demokrasi, yaşasın birlik ve beraberlik!      Sayın Genel Başkana bireysel tecrübem ile ufacık bir hatırlatma yapmak istiyorum. Doğa yürüyüşlerinde her grubun bir öncüsü bir de artçısı olur. Yürüyüş hayatımda artçıya lider dendiğini hiç görmedim de, duymadım da.      Akademisyenleri çağırıp milletvekillerini onlara ezdirmek neyin nesi sayın Kılıçdaroğlu?      Partideki bütün avukat milletvekilleri,  bildiğiniz gibi bunlardan CHP’de çok da var, KHK’nin anayasaya aykırı olduğunu, olabileceğini zaten biliyorlar. Önemli olanı, birilerinin kameraların karşısına geçip bunu halkın anlayacağı dilde kamuoyu ile paylaşması. Hem öyle ahlaki, kanuna aykırı gibi pamuk sözlerle değil, yapılanlar hukuksuzdur, sorumluları yargılanacaktır gibi ağır basan laflarla. Ama siz vekilleri apar topar çağırıp, bakın hocalarımız ne diyor diye soruyorsanız, onlar size güvenip arkanızdan gelir mi hiç?      Bunu siz hep yapıyorsunuz.      Murat Karayalçın ile geçen atölye günlerimden şahsen bilirim. Odaya iki akademisyen geldiğinde her şart altında partinin başarısı için çalışan partililerin nasıl kenara itildiklerini görmüşlüğüm çoktur. Bürokrasiden gelen genel başkanların böyle bir alışkanlığı mı var, bilemiyorum. Bildiğim tek şey, partiye yeni seçmen kazandıramadıkları gerçeğidir.      Bulunduğunuz koltukta sizi doçentler, profesörler değil, gecesini gündüzüne katan üyeler, delegeler, parti yöneticileri tutuyor. Onlar sizin velinimetinizdir.      Madem bu konuya da girdik, Gürsel Tekin’in partinin demografik yapısını bozduğunu da size ben söylemiş olayım. Emmi dayı, sizin oğlan bizim oğlan üye ve delege yapılarak, hak etmeyen adamlar yönetimlere dolduruldu. Bursa’da bir ilçe başkanı il başkanını seçtirerek, 93. Yılında partide ikinci Memişoğlu dönemini bile başlatmış oldu.      Muhalifler yine huzursuzluk vermeye başladı, baskın bir kurultay ile şunların gazını alalım demek, demokrasinin hangi sayfasında yazıyor?      Şimdi Erdoğan’ın bir koyarak üç almasına geri dönersek, adama hak vermek gerekiyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu hiçbir şey koymadan her şeye sahip olmak istiyor. Genel başkan kalmak, milletvekillerini bir arada tutmak, karşısına adayların çıkmasını engellemek, akademisyenler ile partiyi yönetmek, seçmene kuzu kuzu gidip oy vereceksin demek ve yanında da üç kuruşa beş köfte. Bu nasıl olacak diye soran olsa bile, kimse işin riskini merak etmiyor.       Risk deyince, beyninizde şimşekler çaktı mı? Basınçtan kurtulmak için saatinize yeniden bakma ihtiyacı hissettiniz mi?      Aklı, vicdanı devreye sokunca hakikaten CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun hiçbir risk almadan, sıfır koyarak siyasette her şeye sahip olmak istediğini görüyorsunuz. Ve şekilde seçmenin içindeki adalet duygusunu uyandırarak partisinden uzaklaşmasını sağlıyor. Çünkü inandırıcı değil. İnsanlara güven veremiyor. Seçmen lidere güven duymuyorsa, partililerde duymuyor. Geriye sadece yalakalık ile yol alacağını hesaplayan dalkavuklar kalıyor.      Şimdi ülke nüfusunun yarısı muhalif olsa bile diğer yarısının neden Erdoğan’ın arkasından gittiğini merak ediyor musunuz?      Tayyip Erdoğan’ı Erdoğan yapan bir koyup üç almasından çok, siyasette aldığı risklerdir. Hangi yöne giderse gitsin, son sürat, tam gaz gidiyor. Anlayacağınız, freni yok. Ve seçmen bunu seviyor.      Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasındaki temel fark işte bu risk faktöründe yatıyor. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz ama Erdoğan yolunu kendisi çiziyor ve çizdiği yolda korkmadan ilerliyor. Onun karşısına çıkacak adam, en az onun kadar cesaretli olmak ve yolundan sapmadan yürümek zorunda.      Doğruluğu yanlışlığı tartışılır ama önce Yenikapı mitingine gitmeyeceğim diyeceksin sonra da kös kös gideceksin. CHP Genel Başkanlığını günü birlik fikir değiştirme makamı olarak görürsen, bir sonraki seçimde yüzde yirmi beşi bile bulamayacağın kesin. Tabii bir sonraki seçimi görebilirsen?      Bir sonraki seçimi CHP lideri olarak görseniz bile, genel başkanlığın döneminde 16 yıllık iktidardan daha fazla yıpranan parti lideri olarak tarihe geçeceksiniz.  Ülkeye yazık etmeyin bari.    

Diğer Haberler