Tarihini bilmeyenler kimliksiz olurlar. Rüzgarın önündeki diken gibi sağa sola savrulur ve sesi her gür çıkanı kurtarıcı zannedip, onun peşinden giderler. Arkası da genelde hüsrandır.
İsyan, kalkışma, adı her neyse. 1 Şubat 1933 günü Ulu Cami’de sabah ezanı Türkçe okundu diye sinirlenen kalabalık topluca Valilik makamına yürümüş ve kapıyı kırmıştır. O gün Bursa Valisi ve Cumhuriyet Savcısı şehir dışındadır. Belediye Başkanı Ali Dinçsoy olaya müdahil olur, kalabalığı yatıştırır ve herkesi evine gönderir.
Mustafa Kemal Atatürk haberi öğrendiğinde İzmir’dedir. Yorumu gayet açıktır. Konu bir “din sorunu değil, dil sorunudur”. 6 Şubat 1933 günü Bursa’ya kendisi de gelir. Ve her zaman olduğu gibi Çekirge Caddesi’ndeki evinde kalır. O evin önünde şimdi şu tabela asılı:
Bu evin oturma odasında ziyaretçileri kabul eder. Misafirler arasında, aslında Bursa gençliği isyanı kendisi bastıracaktı gibi laflar da edilir. Ve Atatürk bu lafın yanlış olduğunu, sadece bir tek Türk gençliğinin olduğunu söyler. Orada bulunan Bursalı gazeteci Rıza Ruşen Yücer’e söylediklerimi yaz der. Bu şekilde “Bursa Nutku” kayıtlara geçmiş olur.
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek’.
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!”
Atatürk’ün evi önce belediyeye sonra da Kültür bakanlığına devredilir ve 1973 yılında müze yapılır. Müze yapılır yapılmasına da, o evde yazdırılan Nutuk ortalıkta yoktur. Nedeni de, Bursa Nutku’nun bir tür devlete isyan olarak algılanmasıdır. Aslında hem Celal Bayar hem de Adnan Menderes işlerine geldiği zaman Nutku sık sık okumaktan geri durmazlar.
Cumhuriyet’in kuruluşunun 70. yılında Bursa Atatürkçü Düşünce Derneği Nutuksuz Atatürk Müzesi olmaz diyerek Uludağ Üniversitesi’ni de arkasına alarak gazete boyutunda pirinç üzerine yazdırdıkları Bursa Nutku’nu binanın dış duvarına asarlar. Fakat bina çok bakımsızdır. Zamanın valisi kendisine gelen dilekçelerin çokluğundan binanın restore edilmesi kararını aldırır. Ve Bursa Nutku tadilat dolayısıyla yerinden sökülür. İşler uzun yıllar sürse bile zamanın ADD Başkanı Lütfü Kırayoğlu peşini bırakmaz ve Nutku cam üzerine yeniden yazdırıp müze yönetimine yerine asması için teslim eder.
Bursa Nutku binaya yaklaşık dört yıl sonra yeniden asılır, asılır ama nereye?
Bursa Nutku şimdi demir parmaklıların arkasında duruyor.
Yoldan geçenlerin fark edip okuyabilmesi de mümkün değil.
Diyeceğim o ki, gidip, bir de yerinde görün. Müzeye hiç gitmeyenlere ısrarla öneririm.
Sözlerin altında Atatürk imzası mevcut, ama üstünde Bursa Nutku yazmıyor. Yine aynı korku, yine aynı kaygı. Devletin askerine, jandarmasına, polisine güvensizlik olmaz mantığı.
Biliyorum, yukarıda okurken Bursa Nutku kısmını zaten biliyoruz diye hızlıca geçtiniz. Size, bir de altını çizerek beraber okumayı öneriyorum:
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.”
Yukarıdaki sözlerin 6 Şubat 1933 yılında söylendiğini tekrar hatırlatmak isterim. Ve 15 Temmuz 2016 günü neler oldu bu ülkede! Demek ki, devletin askeri, polisi, jandarması yanlış yapmaz demek, tarihsel bilinç eksikliğinden kaynaklanıyormuş.
“Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır.”
Sizi bilmem ama bu satırları okuyunca son yıllar gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyor. Haklarında tutuklama kararı çıkartılınca yurt dışından gelip, teslim olan subayları düşünüyorum. Bir de onları sahte deliller ile yargılayıp, sıra kendilerine gelince dışarı kaçan hakim ve savcıları.
“Yine düşünecek, ‘demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek’.”
15 Temmuz 2016 günü TBMM’yi ve halkı bombalayan askerleri, ceplerinde bir dolarla ile dolaşan polisleri, öğretmenleri düşünüyorum.
“Onu hapse atacaklar… Diyecek ki, ‘ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir’.”
Müze duvarlarında resimlerin bu duruma gelmesine göz yumanlar, Türk gençliğine müsaade eder mi?
Bir sonraki fotoğraf bu sorunun haklılığını gösteriyor.
Bursa Nutku’nu demir parmaklık arkasına saklayanlar, bakın ana yola ne asmışlar:
30 Ağustos bu ülkenin, bu ülke insanlarının en büyük bayramıdır. 30 Ağustos Türkiye’nin kurtuluşunun, bağımsızlığının simgesidir. 30 Ağustos gününü adam gibi kutlamak bağımsızlığa, özgürlüğe inanmaktır. Atatürksüz yapılan göstermelik kutlamalar ise, Atatürk’ün ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesine karşı en büyük saygısızlıktır.