Yazarlar

Boynu bükükler

post-img
     Yaşamları bir dramdır. Ve onlar hep aramızda. Coğrafyamızda fakirliğin, ezilmişliğin, mağdurluğun, garipliğin adını böyle koymuşlar. Boynu büküklerin gülmesini sağlayamayız ama oturup durumlarına ağlarız. Ve onların dramlarını Yeşilçam filmlerinde izledikçe çoluğumuza çocuğumuza örnek gösterip, onların başka insanlar olmasını isteriz.  Çokturlar, ormanda ağaç, denizde balık kadar.  Aslında doğru bakabilsek, sağımız solumuz boynu bükükler ile doludur ama bunların çoğunu göremeyiz.      Neredeyse herkesin Türk Milleti’nin Birlik ve Beraberliği için milat kabul ettiği 7 Ağustos mitinginin ertesinde boynu büküklük nereden çıktı diye merak ediyorsanız,  hemen bir çırpıda anlatıvereyim. Çatal Fırın’dan Kent Meydanı’na doğru yürürken, Fevzi Çakmak caddesinin ortasına dikkatli bakarsanız ortadaki cılız palmiye ağaçlarını görürsünüz.       Aradan 15 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen bir türlü büyüyemedi bu garipler.       BursaRay tünelleri açılmadan önce büyük büyük çınarlar vardı bu caddede. Yeniden ağaçlandırma gündeme gelince, zamanın belediye başkanı Erdoğan Bilenser, çoğu zaman yaptığı gibi, başka bir yerlerde görüp beğendiği palmiyeleri büyük paralar vererek oraya diktirdi. Ve hatta zamanın meşhur doğa vakfı Tema başkanı Hayrettin Karaca’nın şirketinden aldırmış, bu sayede Karaca’nın kentimiz de bol bol erozyonu anlatmasını da sağlamıştı.      Bazıları kurusa bile palmiyelerin çoğunluğu hala orada duruyorlar ama yanlarına gittiğinizde, Küçük Emrah’ın dramı gibi boyunlarının bükük olduğunu görürüsünüz.      Üç-beş palmiyeye bakıp, 79 milyon nüfusun yarısının boynunu görmeyen kördür!      Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük mitingi 7 Ağustos günü Yenikapı meydanında yapıldı. Toplantıyı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan çağırdı, CHP ve MHP genel başkanları da katıldılar.  MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, çoğu zaman yaptığı gibi, çağrıya hemen olumlu cevap verirken, önce katılmayacağını açıklayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu mahalle baskısı mı diyelim, toplumsal baskı mı diyelim, belli çevrelerin ısrarına fazla direnemedi ve o da konuşmacı olarak kürsüye çıktı.     Yenikapı Meydanı’nda polis verilerine göre beş milyon Türk demokrasisine sahip çıkıp, Fetö çetesinin darbe girişimini lanetledi.  Milyonlarca bayrağın dalgalandığı yarımadanın yaklaşık 150 milyon TL ihale bedeli ile deniz doldurularak kazanıldığını da mitingde hiç hatırlatan olmadı. Hani ülkede, darbe kadar bir de deprem gerçeği var diye söylüyorum.     Yenikapı Meydanı ile Beştepe aslında kardeştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan geniş ufku ile yöneteceği bir saray, zaman zaman halka da sesleneceği bir de miting alanı yaptırdı. İkisi de gayet güzel işe yarıyor.     İnsanların içi milletin birlik ve bütünlük duyguları ile kıpır kıpır olurken, oyunbozanlık yapmak istemiyorum ama “dün dündür, bugün bu gündür” sözü de ortada duruyor.    Cumhurbaşkanı Erdoğan yedi düvele meydan okuduğu mitingi neden yaptı dersiniz?    Cevabını çocukların bile bildiği bir soruyu buraya yazıyorsak, konuya başka bir bakış açısı koymamız lazım. Devlet içine yerleşmiş Fetullah Gülen’in adamları askeri bir darbe yapmak istedi. Bunun diğer anlamı, dünyanın sayıları orduları içinde sayılan Türk Silahlık Kuvvetleri içinde komuta kademesini ellerine geçirecek kadar örgütlenmişler. Bu arada Fetöcüler polis teşkilatı içinde ne kadar örgütlü, pek söyleyen yok. Bizim bildiğimiz orada çok daha güçlü oldukları yönünde. Temizle temizle bitmez. Bu kadar temizliğin zor olacağını Erdoğan’da biliyor olmalı ki, devleti yeniden kuracağız diyor.     Ha işte, devlet yeniden kurulacaksa, yeni devletin kurucuları kim?     Birlik ve bütünlük duygusu mu?     Başbakan Binali Yıldırım konuşmasında, CHP iktidarları döneminde hapis yatmış Ahmet Arif ve Nazım Hikmet şiirlerinden alıntı yapıp, bu birliği bozmayacağız dedi ama Cumhurbaşkanı Erdoğan idam cezasının yeniden getirilmesi konusunu çaktırmadan Kılıçdaroğlu’nun kucağına bırakıverdi. Erdoğan konuşmasında muhalefet liderlerine çok çok teşekkür etse bile, gelecekte oluşabilecek bir birlikte kimlerin nerede duracağı konusundan hiç bahsetmedi.      Erdoğan konuşmadan, Binali Yıldırım’ın sözlerinin çok bağlayıcı olmadığını tecrübeden biliyoruz. Yani, sözü edilen birlik bütünlük çağrısının, biz karar verelim, siz destekleyin güzellemesi ile sonuçlanma ihtimali yüksek. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, hayatlarında görmedikleri bir kalabalığa konuşmakla kalmış olabilirler.     “Biz karar verelim, siz destekleyin” sözü çok mu kötü bir şey?     Aslında hiç değil. Gelişmiş ülkelerin çoğunda da işliyor.    Peki, bizdeki sorun nedir?    “Hiçbir sorun, sorunun oluştuğu bilinç düzeyinde çözülemez”    Lafın sahibi Albert Einstein, çözümünü de söylemiş. “Bir üst bilinç düzeyine geçin”.     Bunun anlamı şu, bakış açınızı değiştirmediğiniz sürece, bazı sorunları çözemezsiniz.     Sorunumuz, ülkenin demokratikleşmesi, toplumun refah payının artması ve muasır medeniyetler seviyesine gelmesi. İlk birlik bütünlük mitinginde, “önüme gelen idam cezasını onaylarım” diyen cumhurbaşkanının hangi dönüşümü yaşaması gerekiyor ki ülke muasır medeniyetler seviyesine gelebilsin?     İlk akla gelen çağdaş bir dönüşümden öte, bir yerlere gizlenmiş “intikam” duyguları.     İhanete uğramışlık duygusu.     “Ne istediniz de, vermedik” kızgınlığının hesap sormaya dönüşmesi.         Yenikapı mitingindeki konuşmacılara dönersek, Başbakan Yıldırım ve MHP lideri Bahçeli birbirine benzeyen, Vatan Millet Sakarya üslubu ile konuştular. Beklentiler de zaten fazla yüksek değildi ama Bahçeli’nin mitinge gelen Rum ve Ermeni temsilcilerinin yüzüne karşı ihanetten bahsetmesi çok da hoş sayılabilecek bir durum değil. “İsrail dölü” siyaseti bir şekilde yaşıyor. Karşımızdaki darbeciler ise halis be halis Türk çocuğu ve çoğu devlet memuru. Yerli hainlerden bahsetse, daha isabetli olurdu.       Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar asker gibi konuştu.        Darbecileri yargılanırken, orduyu nasıl ele geçirdiler sorusuna cevap aranırken ve sorumlular gündeme gelince umarız yine asker gibi yanıtlar verir.       Cumhurbaşkanı Erdoğan ev sahibi olduğunu her sözünde hissettirdi.       Gelelim ana muhalefet lider Kemal Kılıçdaroğlu’na.       CHP üyeleri ve bazı yazarlar Yenikapı’da en içerikli konuşmayı Kılıçdaroğlu’nun yaptığını söylüyorlar.       12 maddelik konuşmada en can alıcı noktalardan birisi “Siyasette özeleştiri yapmalıyız. Bizim soylu bir uzlaşmaya ihtiyacımız var. Geçmişi iyi tahlil etmek gerekiyor. Tarihi tekerrür ettirmemeliyiz.”       Rusya Devlet Başkanı Putin ile 8 Ağustos günü eski Alman kenti Petersburg’da bir araya gelen Erdoğan, çantasında götürdüğü ve ülkenin mevcut çizgisinin değişmesini öngören tekliflerini muhalefet partileri ile tartıştı mı? Böyle bir bilgiye şimdilik sahip değiliz.        Aslında, Kılıçdaroğlu Yenikapı mitingine neden gitti sorusuna cevap bulmak lazım.        Bunu, Türk kamuoyuna ve ülke dışına birlik beraberlik göstermek olarak açıklayabiliriz.        CHP’nin düşüncelerini millete anlatmak için fırsat gördüğünü,        AKP iktidarının darbe denemesinden sonra, ben yaptım oldu, anlayışını terk ettiğine inanması olarak da görebiliriz. En ilginci de, önce hayır deyip sonra mitinge gidip, konuşma kararı ile mahalle baskısına dayanamadığı olarak anlayabiliriz.        Elini taşın altına koymadığı sürece bu ülkede herkes her önemli konuda başkası adına çok kolay kararlar alabiliyor. İşte bu insanlar da kamuoyunu oluşturup ve siyaset üzerine baskı kurabiliyor.  Kılıçdaroğlu’nun bu gruba boğun eğmiş olması kuvvetli ihtimaller arasında.        Her iki kişiden birisi AKP’ye oy vermiş ise, her dört kişiden birisi de CHP’ye oy vermiştir. Erdoğan milletin yarısının iradesine sahipse, Kılıçdaroğlu’da dörtte birinin iradesine sahiptir. Mutlak sayı ile söylersek, Kılıçdaroğlu yaklaşık 12 milyon seçmen adına konuşma yetkisine sahip. Bunlar ona Yenikapı’ya git, konuş dediler mi, bilmiyoruz.              İktidar medyasının, eğer Yenikapı’ya gitmezsen, seni de darbeci sayarız lafları ne kadar etkili oldu? Bilemesek bile açıklamaya çalışabiliriz. Hükümet yıllarca PKK ile görüşüp, sonuç alamayınca, asker ve polislere tekrar saldırılmasında yandaş medya sanki CHP şehitlerden sorumluymuş gibi gösterdi ve kendisine inanan geniş de bir kitle buldu. Aslında iktidar cephesinde muhalefet açısından fazla değişen bir durum yok. Tek bildiğimiz, iktidar partisinin devleti yeniden kuruyoruz demesi ve Fetöcülerin devleti ele geçirme sürecinde Erdoğan’ın başbakan olduğu ve öz eleştiri sayabileceğimiz, “ben de bu örgüte yardım ettim, milletim ve rabbim beni affetsin” sözlerinden başka bir açıklamanın yapılmamış olması.     Kılıçdaroğlu’nun Yenikapı’da konuşmuş olmasının sonuçları nasıl olur, şu an onu da bilmiyoruz. Fakat geçmişte verdiği başka kararlar üzerinde fikir yürütebiliriz. Örneğin, Ekmelettin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı gösterilmesinde ve seçmenlerine, “tıpış tıpış gidip, oy vereceksiniz” demesi bir konu, 7 Haziran 2015 seçimi sonrası TBMM Başkanlığı seçiminde aynı İhsanoğlu’na oy vermemesi ve AKP’nin 258 milletvekili ile meclis başkanlığını kazanması.     Yine 12 maddelik açıklamada söylediği, “Siyasette özeleştiri yapmalıyız.” Sözüne Kılıçdaroğlu kendisi ne derecede bağlıdır. Eğer talep iktidar partisinin geçmişte Fetöcülere verdiği desteği kapsıyor ise, Kılıçdaroğlu’nun bilmem kaçıncı seçim yenilgisinden sonra özeleştiri yapması gerekmiyor mu? Hatta, kendi koyduğu hedefleri bile tutturamamasının hiç mi bir sorumluluğu yok?  Hadi geçmiş geçmişte kaldı diyorsa, açığa düşme korkusu neden?      Ve kasetler?     Senaryo ve yapımı Cemaat A.Ş.’ye ait kasetler ile muhalefet partilerinin önde gelen liderleri geçmişte olmuş armut gibi daldan toplanmıştı. İşte şimdi o kaset davalarına haraketlilik geldi. Kasetlerin siparişçileri kimler, arka plandaki kurgular neydi, bilen var mı?    Ne demiştik yazıya başlarken, Bilenser’in ana yola diktirdiği palmiyeler boynu bükükleri oynuyor. Bu toprak onları sevmedi. Dallanıp, budaklanıp büyümesine izin vermedi. Ve hatta çevresi sevgisizlik sarılı bitkilerin büyüyemediğini büyük annenizden duymadınız mı?     Az biraz botanik bilgisi olan, o palmiyelerin orada dikilmemesi gerektiğini bilirdi. Hadi Bursa’nın baharı ile yazı birbirine karışsa da, yeterince sıcak olsa bile, kışları palmiyeler için soğuk geliyor. Anlayacağınız, korunaklı küçük bahçeler dışında, Bursa’nın kimyası palmiyeler ile örtüşmüyor.   Kimya örtüşmesi deyince, yine aklımıza Kemal Kılıçdaroğlu geliyor.   Varsayım üzerine kurulu bir soru ile hepinizi düşünce suçuma ortak etmek istiyorum.   Genel başkanı, il başkanları, parti yönetimleri olmasaydı bile Cumhuriyet Halk Partisi yine yüzde 25 oy almaz mıydı?  

Diğer Haberler