Canım hiç bir şey yazmak istemiyor. Yine de oturdum bilgisayarın başına. Aslında internetten kalktığım yok ama ne yazayım, neden yazayım, yazsam ne olacak gibi duyguları bir türlü yenemiyorum. Ayrıca yensem ne olacak ki? Anketler yine Erdoğan’ın yollarına kırmızı başkanlık halıları seriyor. Halkım, başbakanın millet iradesi, sevgili halkım, sen her şeyin en iyisini bilirsin!
Eskiden gazete patronum Mehmet Ali Yılmaz illa yazı yaz diyerek, tesbih sallayarak başıma dikilir ve bir türlü gitmezdi, Allah’ı var, artık bunu da yapmıyor. Artık yazı yazarak anket sonucu değiştirilebileceğine inanmıyor olsa gerek. Yine de yeni bir şeyler söylemek gerektiğini düşünüyorum. Aslını sorarsanız, son yazdığım yazının kullanma tarihi okuyanı zehirleyecek kadar geçmiş ve hala orada durmasına benim bile gönlüm razı değil. Yani anlayacağınız arımdan yeni bir şeyler yazmaya çalışıyorum.
Ar lafı geçmişken, aklıma 60’lı yıllarda Emirdağ’da geçen bir hikaye geldi. Balcam köyünde mavzerle bir cinayet işlenmiş. Balcamlılarda mavzer çoktur ayrıca. Kurtuluş Savaşı’nda kaçıp, Emirdağ ormanına sığınmak isteyen askerleri tuzağa düşürüp, çizme ve mavzerine el koyarmış köylüler. Şimdi, vay, Emirdağlılar askeri tuzağa düşürüyormuş diyen bile çıkar ama günümüzde bırakın bir asker kaçağını, komple orduyu tuzağa düşürüp, Silivri kampına dolduruyorlar. Artık anlı şanlı komutanlarımız bile konuşmaya korkuyor. Savcının kimi, neden nereye ifadeye çağıracağı pek belli olmuyor. Yok olmaz, bulaşmam, bulaşmayacağım böyle derin konulara diyeceğim ama ”It is Imralı Time” diyor sevgili müttefikimiz. İngilizceyi iyi bilip, ukalalık yaptığımı düşünmeyin, Amerikan procesine böyle yazmışlar. Kürtlerin hamiliğine soyunuyorsan, önce İmralı ile konuşacaksın diyor, büyük birader. Bunun gereğini yapanlar öyle hızlı ki, 9 tane Kürt raporu hazırlayanlar bile olayı daha anlayamadı.
Balcamlı cinayet sanığı mahkeme karşısına çıktığında, hakim, oğlum bu adamı niye öldürdün, senin çocukluk arkadaşınmış, aynı dönemde askerlik yapmışsınız ve köyde hep beraber geziyormuşsunuz, sen bu arkadaşını neden öldürdün diye sormuş.
Cinayet sanığı sakin bir edayla, Hakim bey, evet benim en sevdiğim arkadaşım ama harman yerinde biraz tartıştık, sinirlenince mavzeri ona doğrulttum ve indirmeyi 'ar'ıma yediremedim ve vurdum gitti demiş.
Ar meselesini abatmış Emirdağlı genç, AKP Milletvekili Mehmet Metiner olsa “Hıyar sensin lan çakal” der ve konuyu kapatırdı. Yani ar meselesini biz biraz abartıyoruz. Hatta kimileri ar damarının varlığından bahsediyor. Neymiş efendim, insanda ar damarı olduğunda, bazen utancından çatlarmış. Bence insan ar damarsız gayet güzel yaşayabilir. Hem bunu, Albert Einstein gibi bir dahinin görüşlerine dayanarak söylüyorum.
Einstein “Eğer bir kişi marş müziği eşliğinde sırasını bozmadan yürüyorsa, beyne bir yanlışlık sonucu sahip olduğunu düşünür ve aslında onun için bir omuriliğin yeterli olacağından dolayı da, ona saygım yoktur.” diyor. Beyin gereksinimi olmayanların, ar damarına neden ihtiyacı olsun ki?