CHP yönetimi Prof. Mehmet Bekaroğlu’na parti meclisi üyeliği teklif etmiş. Bekaroğlu da, teyit ettiği bu davetle ilgili kararını daha vermemiş.
Mehmet Bekaroğlu’nun nasıl bir insan olduğu beni çok fazla ilgilendirmiyor. İyi ve namuslu bir insansa, zaten olması gerekendir. Ben asıl yıllardır din referanslı siyaset yapmış Bekaroğlu neden CHP’ye davet edilmiş ona bakarım.
Gerekçesi aslında kabağı çiçeği gibi ortada. CHP yönetimi, geçmiş yıllarda başlatmış olduğu merkez sağa kayma sürecini, şimdi de dini referanslı siyaset ile süslemek istiyor. Ne süslemesi, namazında niyazında dindar insanların oylarını alarak partiyi taçlandırmak istiyor.
Bu hesap tutar mı?
Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçları hala hafızamızda. CHP ve MHP’nin adayı İhsanoğlu CHP oylarının çoğunu alırken MHP seçmeni aday çatı adaya fazla destek vermedi. Bir adım geri gidip yerel seçimlere bakarsak, merkez sağ oylar merkez sağ adaylara rağmen CHP’ye akmadı. Genel seçimleri hatırlayanınız da varsa, CHP’nin muhafazakarlardan gelen oylar ile şahlanmadığını hatırlayacaktır.
Muhafazakarlar ile tutmadı, biraz da namaz, niyaz din katalım mı?
CHP merkez partisi olmak istiyor!
Parti yöneticilerine göre merkez partisi demek, yoldan geçen herkesin oyunu almak, iktidar olmak demek. De, bu düşünceleri doğru mu?
CHP’nin kıymetli kurmayları hezimetle biten her seçim sonrası, ya bu Erdoğan oyların yüzde ellisini nasıl alıyor diye kendilerine soruyorlar. Derin analizler sonrasında, dağılmış merkez sağın ve en son olarak da Sünni dindarların oylarını aldığına kanaat getirerek, yeni yeni stratejiler geliştiriyorlar.
Koca koca ağırbaşlı adamların analizleri de tabii derin oluyor. Önce merkez sağa, o da yetmez, din referanslı siyasete yöneleceksin ve hop AKP’nin oylarını toplayacaksın!
Sahi Erdoğan kimin oyunu alıyor?
Tatata tatata tatata taaa taaa
Son 12 yılda 9 seçim kazanmış Erdoğan oyları kimlerden alıyor?
CHP kurmaylarının sürekli açılım yaparak bir türlü bulamadıkları Erdoğan’ın seçmenlerinin adreslerini açıklıyorum…
Bu açıklamadan önce, Erdoğan’ın yol arkadaşı olduklarını söyleyerek sistemden beslenen gözünü dünya malı bürümüş ve bir türlü doymak bilmeyen ahaliyi bir kenara ayıralım.
Diğerlerinin yerlerini şimdi hemen söylersem, kurmaylar biz orayı zaten biliyorduk diyecekler. Bu nedenle açıklamadan önce biraz hafıza yoklayıp, sizi televizyon dünyasına gönderip oyuncu ve yapımcı Yasemin Yalçın ve İlyas İlbey’den bahsetmek istiyorum.
Hemen hatırlayamadınız ama ben kendilerini hürmetle takdim edeyim.
Sayın seyirciler şimdi huzurlarınıza ülkemizin oy deposu olarak bilinen Kakılmış hanımefendi ve İtilmiş beyefendi geliyorlar…
Farkındaysanız sayın demedim. Onlar kendilerine zaten sayın denmesini istemiyorlar.
Evet, Kakılmış hanımefendi ve İtilmiş beyefendi Erdoğan’ın oy deposudur.
Ne yani, iki kişi mi Erdoğan’ı sürekli iktidara taşıyor diye soruyorsanız, makuldür zaten, ben bilimsel yoldan cevaplayayım. Evet, Kakılmış ve İtilmiş Erdoğan’ı iktidar yapmak için yemiyorlar, içmiyorlar ve kendilerini sürekli klonlayarak milyonlara kadar ulaşabiliyorlar.
Şaşırdınız, değil mi?
Eee, şimdi bu klonlar nerede yaşıyor diye sormak gerekti.
Uzaydan gelmemiş olsalar bile, Kakılmış ve İtilmiş kendilerini fark ettirmeden dar sokaklı mahalle aralarında, karanlık birahane köşelerinde, yani aranızda, aramızda yaşayıp gidiyorlar. Aslında onlar hayatın ezdiği insanlar.
Asıl mesele işte bu insanlara ulaşmakta. Aslında onlar sistemden bile beslenmiyorlar. Tek dertleri onları birilerinin anlaması.
Sizce, Tayyip Erdoğan Kemal Kılıçtaroğlu’na neden sürekli devlet memuru, genel müdür yakıştırması yapıyor? Hedefi sürekli devleti, devlet dairesini hatırlatmak. Akıldan hiç çıkmasını istemediği devlet kim? Hayır CHP’nin gururla ben kurdum dediği devlet değil o. Erdoğan bugün git yarın gel diyen, eksik imzanın hesabını soran devleti hatırlatıyor Kakılmış ve İtilmiş’e, hem de her gün.
Askeri vesayet, oligarşik bürokrasi, monşerler…
Evet, Erdoğan’da laf bitmiyor. Promptere bakıp bakıp okudukça coşturuyor.
Hepsinin, evet hepsinin bir karşılığı mevcut Erdoğan’ın prompterinde..
Askere gidip, tokat yemeden, bir çavuşun, bir astsubayın hışmına uğramadan gelen kaç insan tanıyorsunuz?
Hele şu bürokratlar, okumuşlar. Sanki okuyunca ülkenin tek sahibi onlar, başları göğe eriyor. Ne o kibirler, kendini beğenmişlikler. Okumamışlara, ilkokulu zor bitirmişlere, sade hayat okulu mezunlarına böyle tepeden bakmaklar doğru mu? Onlar insandan sayılmaz mı?
Ve monşerler, işte düşmanın asıl anası…
Ne olmuş üç dil biliyorsan, tercüman mı olacaksın?
Tercüman olsan ne olur? İngilizce, Almanca, Fransızca biliyor olabilirsin amma, sen gece kondu mahallesinde oturup, asgari ücretle çalışan işçilerin, köylü kadınların, gençlerin, Ferdi Tayfur eşliğinde efes şişesiyle derdine çareler arayanların dilini konuşamazsın. Kakılmış ve İtilmişler ile iletişim kuramaz, onların dünyasını anlayamazsın.
Şimdi o kadar da değil lafını duyuyorum ama sahil kentleri kırmızıya boyamak senin marifetin değil, sadece orada yaşayanların kendi standartlarını koruma mücadelesi.
Bak kendine bir kere, bak programına tüzüğüne. İşçi olmadan işçi hakkı savunan, kadın olmadan kadın hakkını savunan, gençler olmadan çocuk haklarının savunan, mazlum olmadan mazlum hakkı savunan tüzüğüne bir daha bak. Projelerini, sosyal devlet anlayışını, muasır medeniyet hedeflerini Kakılmış ve İtilmiş’e anlatmak için bula bula Mehmet Bekaroğlu’nu mu buldunuz?
Hem bunların hepsi de hikaye.
Her işin başı algılama, algı oluşturma, toplum katmanlarını karşı karşıya getirerek birbirine düşmanlaştırma.
Var mı proje, toplumu barıştıracak, refah payını yükseltecek, insanların hepsini kucaklayacak proje?
Not: Kakılmış-İtilmiş kuramını aklıma sokan Osman Güleç’e teşekkürlerimi sunarım.