Yazarlar

İmralı Sürecinin Şifreleri

post-img
  Şimdi bu süreç kimin süreci? Neymiş efendim, Kürt sorunu çözülüyormuş, süreci engellemek isteyenler olacakmış, başbakan iktidar pahasına bu sorunu çözecekmiş, taraflar iyi niyetini korumalıymış, mış mış türü bir sürü laf… Diyalektikten bilirim ki, hiçbir şey ilk göründüğü gibi değildir.  Hem söyledikleri sorun da sorun değildir. Hepimiz sık kullansak bile, bu ülkede Kürt sorunu değil, bir demokrasi sorunu ve bunun sonucunda Kürtlerin hak kullanamama sorunu vardır. Fakirlik ise ortak kader. Yani, Bursa’nın dağ ilçelerinde yaşayan Yörüklerin Şırnak veya Hakkari’de yaşayan Kürtlerden daha çok parası veya daha çok demokratik hakkı yoktur. Eskiden Şırnaklı veya Hakkarili Kürtçe konuşmaktan alıkonduysa, bu ancak demokrasi yoksunluğu ile açıklanabilir. BDP’li milletvekillerinin bağımsız seçilip, sonradan partiye üye olması ancak seçim yasasının antidemokratik yapısı ile bağlantılıdır. Eğer gerçekten Kürt sorunu olsaydı, BDP’li vekillerin Kürt kimlikleri ile seçilememesi gerekirdi. Hükümet bu sorunu çözmek istiyorsa, seçim yasasını değiştirmeliydi. Demek ki, burada başka etkenler, faktörler ve aktörler mevcut! Bence bu süreç içerindeki en garip konu, MİT’in birden başrol oyuncu rolünü üstlenmesidir. Başbakan Erdoğan ve yardımcısı Bülent Arınç, biz PKK ve Öcalan ile görüşmüyoruz derken, büyük olasılıkla doğruyu söylüyordular. Anlaşıldığı kadarı ile başrol oyuncu, iktidar partisini figüranlık konumuna getirip, sadece görüşmeler hakkında bilgi veriyordu. Pazarlık bitince roller yeniden belirlendi ve şimdi herkes senaryodaki görevini yürütüyor. Başbakan Erdoğan her zamanki gibi rolünü abartılı bir şekilde oynayarak, İmralı görüşmelerini düzenleyenleri değil,  tutanakları sızdıranları değil, yayınlayan gazeteleri ihanetle suçluyor. Şimdi 28 Şubat sürecinin 1000 sene süreceğini söyleyecek kadar güçlü bir ordu, jandarma istihbarat birimleri varken, neden MİT olayların merkezinde duruyor sorusunu sormak gerekiyor!  MİT, Türk Devleti adına PKK ile tek başına pazarlık yapma yetkisini ve gücünü kendisinde nasıl toplamış sorusunu da diğerinin yanına eklemek lazım. İşte MİT’in tek başına hareket etmesi beni biraz işkillendiriyor. Bence böyle bir operasyonu kimse tek başına yapamaz. Önceki adı Apocular ve daha sonra PKK denen yapı ne zaman ve nasıl ve kimin önderliğinde ortaya çıktı sorusunu 12 Eylül öncesini ve sonrasını bilenlere soralım. Bülent Arınç’ın namazında niyazında birisi olarak aklında kalan Abdullah Öcalan devlet memurluğu yaparken, durduk yerde böyle bir örgütü nasıl ve neden kurdu! Bu soruya yanıt ararken, İnternet üzerinden araştırdığınızda karşınıza Uğur Mumcu’nun yazıları temelinde, Öcalan ve MİT ilişkisi çıkıyor. Öcalan’ın kayınbabasının MİT’çi olması bilgisinin yanında askeri savcı Baki Tuğ’un Öcalan’ın yargılanması sürecinde görüş değiştirdiği ve diğer sanıklar 4 sene içeride kalırken Öcalan’ın 7 ay sonra serbest bırakıldığı bilgileri ile karşılaşıyorsunuz. Apocuların Türk solu ile birlikte hareket eden diğer Kürt örgütleri kanlı bir şekilde tasfiye etmesi, Sedat Bucak’ın toprak ağası babasını öldürmesi ve Eruh-Şemdinli baskınları ile PKK Türkiye’nin gündemine oturuyor. Yoksa oturtuluyor mu? Sanki hiç ilişkisi yokmuş gibi görünüyor ama Gülen hareketi de bu yıllarda yükselişe geçiyor. Bir tarafta kendisini Marksist Leninist gören bir grup, diğer yanda ılımlı bir İslam hareketi. Bizce böyle rastlantılar ancak Yeşilçam senaryolarında ortaya çıkar. Tek çorap hiçbir şeydir. Birisine başına çorap öreceksen, çift öreceksin! İmralı görüşmelerine geri dönersek, neden şimdi sorusu hala ortada duruyor. Neden süreç 10 sene veya beş sene önce değil de, şimdi başlatıldı. Düğmeye kim bastı ve hangi gelişmelerin sonlanmasını veya hangi şartların oluşmasını bekledi? Bu soruların kağıt üzerinde yanıtları yok ama bazı ipuçları mevcut. Mahkemelerin ciddiye alıp Ergenekon davasını başlattığı tanık Tuncay Güney: “Ergenekon davası bir projeydi bitti artık. İçeridekilerin çıkması gerekir” diyor ve devam ediyor: “Bu bir oyun ve oyunda herkes üstüne düşeni yapar. Kemalizm iflas etmiştir. Ekonomi ve siyasi hayatımızı yönlendiren global patronlar başkanlık sistemi istiyor. Rejim değişiyor. Kürtler haklarını alacak.” Şu anda hepimizin tartıştığı bu gündem konularını Tuncay Güney 5 Mayıs 2012 tarihinde Vatan gazetesi yazarı Mustafa Mutlu’ya gönderdiği mektupta dile getirmiştir. Eğer Tuncay Güney’e vahiy gelmiyorsa, sonradan Haham olan Güney büyük senaryonun sahnelerini dışarıya sızdırmıştır.. İmralı süreci düğmesine basılmasının cevabı Güney’in Kemalizm bitmiştir, Kürtler haklarını alacak sözlerinde yatıyor da, sadece zamanında doğru yorumlanması gerekiyormuş. Güney Kemalizm ile açık açık ulus devleti kastetmektedir. Küresel sermaye ulus devletin tasfiyesini istemekte ve iktidar bunu onlara altın tepsiler üzerinde sunmaktadır. Bu nedenle son dönemde ulusalcılık neredeyse vatan hainliği ile eşdeğer sayılmaktadır. Kambersiz düğün olmaz misali, “evet ama yetmezciler”  bu gemiye ön sıralarda atladılar. Kemalizm yok edilince, sosyalizm gelecek sanıyorlar her halde! Küresel sermaye hem ulus devleti tasfiye edin hem de başkanlık sistemine geçin diyor. Hayır demiyor, yıllar önce yazmış olduğu senaryosunu uygulamaya koyuyor.  Ne diyor Ergenekon tanığı Tuncay Güney: “Bu bir oyun ve oyunda herkes üstüne düşeni yapar. Ve belli güçler toplumu şartlandırma sürecine girişiyorlar. Nobel ödüllü Iwan Petrowitsch Pawlow’un köpekler ile koşullanma deneylerini hatırlarsanız, toplum şimdi Ergenekon lafını duyunca ulusalcılara karşı derin bir öfkeye kapılıyor. Ve hatta bu dalga çok fazla gerçek ulusalcıyı da beraberinde sürükleyip götürüyor. Ergenekon davasında daha çok askerler ve bunlar ile ilişkisi olduğu varsayılan aydın takımı yargılanıyor. Bunlar gizli bir örgüt kurmuşlar ve toplumun istikrarını bozup darbe yapacaklarmış! Madem ordu içinde gizli örgütler yargılanıyor, Kontur Gerilla’dan daha gizli örgüt mü var! 1.000.000 insanı işkenceden geçiren gerçek 12 Eylül ihtilalcileri nerede?  Hayır, bu ülkede hiç kimsenin 12 Eylül’ü yargılama niyeti yok. Bu oyunda herkes üzerine düşeni yapıyor, ulusalcılığı, Kemalizm’i ve ulus devleti itibarsızlaştırma mücadelesi veriyorlar. Çalışmak ne demek, çoktan başardılar ve şimdi senaryonun devamını çekiyorlar. Şimdi bazı taşları yerlerine koymaya çalışıp, birkaç soruya da yanıt arayalım. Abdullah Öcalan 1999 yılında Kenya’da paketlenip tutanakla Türk ordusuna teslim edildi ama PKK militanlarına Amerika kontrolünde Kuzey Irak’ta yeni bir yaşam alanı yaratıldı. Olayı kabullenmek istemeyen birkaç ulusalcı Türk subayının başına çuval bile geçirildi. O zamanlar nedense MİT’in adı bile geçmiyordu. Çünkü olaylar CİA’nın kontrolünde sürdürülüyordu. Beklenen gün daha gelmemişti. Adı ulusalcılık, ulus devlet veya Kemalizm olsa bile egemen güçlerin Türkiye’de rahat manevra yapmasını engelleyen direnç Ergenekon davası ile kırılmış oldu. Toplum nezdinde ulusalcılık itibarsızlaştırılıp, antiemperyalist refleksler kırılınca da, düğmeye basıldı. PKK nasıl kurulduysa, öyle de tasfiye edilmesine karar verildi. İşte şimdi heyecanla yaşadığımız sürece böyle gelindi. Temel iskeletini yazdığımız ilişkiler ve aşamaları böyle kısa bir şekilde tam anlamıyla ortaya koymak mümkün değildir. Ama bu ülkede ulus bilinci ile yaşayan her yurttaş gördükleri, duydukları ve yaşadıkları ile bu sürece bir tuğla koyabilecektir. 30 yıllık bir zaman diliminde çok fazla insan çok fazla olay yaşamıştır. Son olarak, “Bu şarkı burada bitmez.” Bitmeyeceğini de, yine İmralı tutanaklarından anlıyoruz. Öcalan, kendisinin İmralı’ya alındığı süreçte, Fetullah Gülen’in de Amerika’ya alındığını söylüyor. Bununla iki yapı arasındaki ilişkiyi deşifre de etmiş oluyor. Bazı çevrelerin tutanakların yayınlanmasına kızgınlığını da bu şekilde daha iyi anlayabiliriz. Ve ikinci yapılanmanın da vakti geldiğinde tasfiye sürecinin gireceğini kendisini veliaht görenlere şimdiden söylemekle yetinelim.

Diğer Haberler