Günlerdir papatya yaprağı deriyorum. Söylesem mi, söylemesem mi… Çiçekçi bile şüphelenmeye başladı. Parmaklarımın ucu kaşınıyor, yazsam mı, yazmasam mı. Gerek yok, yazma diyorum kendi kendime. Sonra sade bir parti üyesinin bir başkası tarafından söylenen ve özü anlaşılmayan lafları için Kürtlerden özür dilemesi normal değil diyorum kendime. Şeytan da durmadan dürtüyor tabii.
Sonrasında, sade parti üyesinin İl Başkanı adayı olduğu geliyor aklıma, seçilmedi ama Büyükşehir Meclis üyeliği yaptı, milletvekili adayı olmasa istifa bile etmeyecekti diyorum içimden. Ulusalcılık birden neden tu kaka oldu, önüne gelen vuruyor diye merak ediyorum. Ümmetimiz belli olsa daha mı iyi olurdu diye düşünüyorum. Sonra ulus devlet modelini savunduğumuz günler, Kurtuluş Savaşı, aşiretler, Doğu ve Güneydoğu bölgeleri geliyor aklıma. Kan davası, namus davası cinayetleri, toprak ağaları gözlerimin önünden geçiyor. Ve seksen öncesi Sol’un Kürt konusu ile bütünleşmesi, Kürtlerin Türklerden ulusalcılığı öğrenmesi, 12 Eylülün Türk, Kürt, Çerkez demeden herkesi balyoz gibi ezmesi geliyor aklıma.
Hayır, hayır yazmayacağım, ayıp olur diyerek kendimi telkin ediyorum. Tam sakinleşip, konuyu unuttuğum anda geliyor ikinci bomba. “Yüksel Baysal ile eğitim üzerine polemik!!!” Taze ÇGD Başkanı Yüksel Baysal, Çağdaş Eğitim Kooperafi’nin Çelik Palas Otel’deki yemeğinin duyurusunu yaparken Fetullah Gülen Cemaati’nin eğitim konusundaki başarılarını anlatıyor. Baysal, Gülen ekibi böyle başarılı olurken, solcular neden aynı başarıyı yakalamıyor sorusu ile kıyaslamalar yapıyor. Ve Bursaport köşe yazarı Bülent Aslanhan bu yazıya istinaden Yüksel Baysal ile eğitim polemiğinin kapısını aralıyor. Yazı yazanların orta yerde polemiğe girmesi hoş bir olaydır. Polemik çok verimli ve zevkli olabilir ama onun da usulü ve uslübu vardır. İşte burada aklımla duygularımın çatışması parmaklarımın kısa devre yapmasına sebep oluyor.
Dr. Bülent Aslanhan köşesinde ,
“Yazıyı okuyan genç kuşak arkadaşlarımız sanırım şöyle düşünecekler: “Fethullah Gülen Hareketi ve kadroları öylesine yetenekli ve örgütçü ki 179 ülkenin 140’ında okul açabiliyorlar, aynı zamanda bu solcular o kadar beceriksiz ki, iki kreş açmayı bile beceremiyorlar. Üstelik solcular bir de sadece eleştirmeyi, yok saymayı, düşmanlık yapmayı beceriyor, takdir etmiyor ve öğrenmeme konusunda ısrar ediyorlar. Özetle solcular beceriksiz.” diye yazıyor.
Çok genç sayılmasam da, yazıyı okuyunca solcular beceriksiz diye düşünmedim. Ve hatta aklıma yıllar önce bir gazetecinin telefonla özel olarak arayıp söylediği laf geldi. Gazeteci arkadaşım, “çoktandır düşünüyordum ama şimdi buldum, solcular birbirine be…. Daha çok seviyor” demişti.
Sayın Aslanhan’ın yazdığına devam edelim:
“Gerçekten böyle mi acaba? Ülkemiz sol hareketinin şu an yaşadığı sorunlar konusunda sayfalar dolusu külliyat üretebiliriz. Bu kolay. Ancak gerçekten mesele sadece bir beceri meselesi mi?
Yüksel Baysal bu yazdıklarına gerçekten inanıyor mu?
Bu Gülen Hareketi'nin eğitim faaliyetlerine sempati neden acaba?
Gülen hareketi bir siyasal yapı değil de sadece “hayırsever eğitim hareketi” olabilir mi acaba?”
Bence bu konuda yol almak için, önce sol deyince kimin ne anladığına bakmak gerekiyor. Sol içerisinde çok renk olmasına rağmen, biz bunları dikkate almadan sadece Sosyal Demokratlar ve Marksistlerin sorunlara ve konulara aynı pencereden bakamayacağını tesit ederek başlayalım ve kimin nerede durduğunu anlamaya çalışalım. Bunun cevabını bulmak daha çok, Devekuşunu gören adamın deve desem değilsin, kuş desem değilsin, peki sen nesin sorusunda yatıyor.
Almanlarda “yaşa ve yaşat” diye bir deyim vardır. Her solcu ve kendini öyle gören kişiler, kaç solcuyu yaşattım ki, yaşama hakkım olsun diye kendine bir sorsa iyi eder! Solculuk hep devrim yapmaktan mı ibarettir? Sosyal dayanışma kelimesi solcuların sözlüğünden kaybolmak zorunda mıdır?
Evet Gülen hareketi siyasi bir yapıdır ve dayanışma ve beyin telkin etme ile güçlenme yolunu tercih etmiştir. Bugün Ergenekon, Balyoz, Odatv iddianamelerini yazan kişiler ışık evlerinde yetiştirilen fakir çocukları değil midir? Bunların farkında olmak ve izlemek, illa bunlara sempati duymayı mı gerektirir?
Bülent Aslanhan’ın yazısını okurken kafam iyice karıştı. Kendisi 12 Eylül ve 28 Şubat ayırımını üstüne basarak yapıyor. 12 Eylül Yönetimi Fetullah Gülen’i arıyor gibi yapıyormuş ama bulamıyormuş. Ve hatta Kenan Evren Gülen Hareketi’nin oyunu almak için onlara şirin davranıyormuş.
“12 Eylül sonrasında Gülen Cemaati’nin yükselişe geçtiğini ancak gerçek ivmeyi 28 Şubat süreciyle yakaladığını hatırlayalım.”
12 Eylül öncesi Süleyman Demirel iktidardı, 28 Şubat sürecinde Erbakan başbakandı. Şimdi bu her iki lideri de Gülen Hareketini destekleyen başbakanlar olarak değerlendirirsek bile, her iki askeri müdahalenin dinci yapılara karşı yapıldığını düşünmemiz gerekir. Bu gerçekten böyle mi? Ki, böyle bir şey olsaydı, solcular neden silindir altında kaldılar? Ayrıca Barış Davası sanıklarını stadyumlara dolduranlar ulusalcı, Marksist, sosyal demokrat ayrımı yapmıyorlardı. Daha da ötesi, 28 Şubatçıların Gülen Cemaatını güçlendirenler olarak tarihe geçmesi, Hanefi Avcı’nın solculuktan yargılanması ile aynı şey.
Ve Yüksel Baysal’ın Süleyman Soylu'yu baskı yapılırken uzaktan seyretmesi meselesi, olayları iyice karıştırıyor. Süleyman Soylu Menderes, Demirel geleneğinden geldiğini söyleyerek AKP’ye yamanan bir siyasetçidir. İlkesi de hocaları gibi, “dün dündür, bugün bugündür”. Yüksel Baysal’ın Soylu gibi durduğu yer belli olmayan bir siyasetçiye acımaması eşyanın tabiatına uygundur. Tersi olsaydı, işte o zaman kendisini Fetullah Gülen okullarına sempati duymakla suçlayabilirdik! Adalet duygusu geliştirmek için illa İsa peygamber gibi yaşamak gerekmez.
Yazıyı şöyle bir toparlarsak, boş vakit köşe yazarlığı özünde iyi bir faaliyettir. Ama bu yazarına aklına her geleni yazma özgürlüğünü de vermez.
Yazı bitmiş gibi görünse de, üyesi olduğum Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin yeniden başkanı seçilen sayın Yüksel Baysal’a bir şeyler demeden geçmek olmaz. Genel Kurul sonrası protokolü düzgün takdim edemedi diye divan heyetini eleştirmesini yadırgayanlar arasında ben de varım. Evet, makamı rütbesi yüksek bir misafir topluluğu vardı ama Çağdaş üyelerine kendiniz gibi davranmayın demek, Çağdaşın felsefesine biraz ters gelir. Bunun yanında, Çağdaş’a fayda sağlamak için iktidar güçlerine fazla yakın durmak, bazen ayıyla aynı odada kalmak kadar tehlikeli olabilir! Yüksel Baysal bunları zaten biliyordur ve önlemini de alıyorduk diyerek cümleyi bağlayalım.