Yazarlar

Bursa’da meydan var mıydı?

post-img
Türk tarihinde uzun süredir en çok tartışılan konu, kentlerde bir meydan olup olmadığı konusudur. Batılı tarihçilere göre İslam ve Türk şehirlerinde bir meydan kültürü yoktu. Türk tarihçilerinin bir bölümü de buna itiraz ederek, Türk ve İslam kentlerinde de bir meydan kültürü olduğu savunur. Tartışmalara bakıldığında, meydan kavaramı konusunda Batılı tarihçilerle Türk tarihçilerinin farklı bakış açıları var. Türk tarihçilerine göre şehir içindeki mesire gibi geniş bölümlere de alan/meydan denilmekte. Oysa Batılı anlamdaki şehirlerde bulunan meydanlar çok farklı. Kaynağını ise eski Grek ve Roma kentlerinden almakta. Çağdaş anlamda alan/meydan demek, kent merkezinde bulunan ve kamusal yapılarla çevrili toplanma yeri. Bu açıdan bakıldığında, Türk şehirlerinde, kamusal binaların bulunduğu, kent merkezinde bir toplanma mekânı yok. Türk şehirlerinde batılı anlamda meydan kültürü, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra oluşturulmaya başlandı. Roma Döneminde Bursa’da meydan kültürü Osmanlı dönemine kadar Bursa sadece Hisar içindeydi. İmparator Trianus döneminde, yerel yönetici Dion aracılığı ile Prusa’da en güzel şekilde anıtlar yapılmıştı. Bunun için de Prusa’nın nüfusu önemli ölçüde arttı. I. yüzyılda Bursa/Prusa ihtişamla tanındı. I. yüzyıl Bursa’sında modern anlamda güzel bir alan bulunduğu anlaşılıyor. İmparator Trianus’un özel temsilcisi Plinius’un mektuplarında, Bursa kentinin özgün yapıları ile bu tarihteki kent görüntüsü tasvir edilir. Roma dönemi Prusa/Bursa’sında, diğer büyük Roma kentleri gibi bir kütüphanesi, gymnasiumu, stadyumu, hamamı, hipodromu, üstün tapınakları ve sütunlu bir alanı vardı. Bugün Hisarkapı/Tophane ile Hastane/Kaplıca Kapısı arasında olan kent meydanının tam ortasında da bir dikilitaş üzerinde İmparator Trianus’un heykeli olduğu kaynaklarda belirtilmekte. İmparator adına yapılmış tapınak, olasılıkla bugünkü Tophane bölgesindeki eski manastırın olduğu yerdeydi. Kaynaklara göre bu tapınak ile keşişinin kent yönetiminde oldukça etkili olduğu görülmekte. Bursa’da iki meclis binası olduğu anlaşılıyor. Senato ile yaşlılar meclisinin kentin sorunlarını demokratik bir biçimde çözmeye çalışırdı. Roma döneminde senato üyeleri sadece Roma vatandaşı olan Bursalılardı. Bunun için de seçim değil, yapacağı ödemeye göre belirleniyordu. I. yüzyıl Bursa’sında 100 kadar senato üyesi olduğu görülmekte. Yaşlılar meclisi ise, daha çok danışma görevi yaparak, Bursa’nın tapınak ve mezarlıklarıyla ilgilenirdi. Bursa alanındaki yapılardan en çok da hamamla ilgili bilgi sahibiyiz. Hisarkapı yakınlarında olduğu anlaşılan bu hamamın karşında, olasılık eski darphane vardı. Çünkü Bursa’da çok eski tarihlerden bu yana para basılmaktaydı. Osmanlı döneminde de aynı darphanenin faaliyette idi. Alanda bulunan kütüphanede Trianus’un heykeli de vardı. Yanında ise Dion Chrysostomos’un sütunlarla çevrilmiş anıtsal aile mezarlığı vardı. Bizans döneminde de Bursa’nın kent yapısının uzun süre değişmediğini, ilgisizlik nedeniyle kamusal binaların yıkılsa da, kent dokusunun değişmediğini düşünüyorum. En azından kent alanının bulunduğunu sanıyorum. Ancak 11. yüzyıldan sonra, Türklerin bölge gelmeleriyle kent içi planın değişti. Çünkü Türk saldırıları nedeniyle sur içindeki kentin nüfusu, daha güvenli olduğu gerekçesiyle artmıştı. Bu nüfus artışı, kentin dar ve çıkmaz sokakların doğmasına, kent meydanlarının da yapılaşmasına neden olduğunu sanıyorum. Çünkü kaynaklara göre, özellikle kırsal alandaki birçok tapınağın bile bu dönemde kent içine taşındığı bilinmekte. Osmanlı döneminde Bursa meydanları Türkler Bursa’ya aldığında, kent planında önemli bir değişiklik yapılmadığı anlaşılmaktadır. Hisar içindeki, bugünkü Tophane bölgesindeki Saint Elie Manastırı’nın bir bölümüne önce Osman Gazi’nin mezarı gömülüp türbe yapılır, sonra da manastır, cami ve medreseye dönüştürülür. Osmanlı dönemi Bursa’sında alan yoktu, çünkü kamusal bina kavramı yoktu. Bildiğimiz kadarıyla Hisar içindeki Saray dışında kamusal bir yapı yoktu. Bugün garnizonun bulunduğu yerdeki İçkale içinde de, eski Bizans Tekfur Sarayı olduğu anlaşılıyor. Karşısındaki bugünkü Şahadet Camii de, olasılıkla Roma döneminden beri kullanılan Tekfur Kilisesi idi. Çünkü Saint Elie Manastırı, Türklerden kaçıp şehirde kurulun bir manastır iken, Saray karşısındaki mekânda da ayrı bir kilise yapısı olmalı. Hastane bölgesindeki eski Roma Saray kalıntılarının, Bizans döneminde ne olarak kullanıldığı bilinmiyor. Ancak Osmanlı döneminde buraya İmaretiisabey Cami ve medresesi yapılmıştı. Olasılıkla Bizans döneminde burada da bir manastır olduğu düşünülebilir. Bu bölgede müze tarafından yapılan kazılarda ilginç buluntulara rastlanılmıştı. Yer altında bulunan mağara ve geçitlerin bu bölgede olması, askeri bir garnizonun da bölgede olabileceği varsayımını gündeme getirmekte. Sonuç olarak Bursa, Osmanlı Devleti’ne geçtiğinde, bir alan yoktu. Belediye başkanı ve yargıç görevini üstlenen kadı ile emniyet müdürlüğü görevini üstlenen subaşının kaldığı belirli bir resmi konut da yoktu. Olasılıkla kendi konutlarında bu görevleri sürdürmekteydi. Kentin valisi sayılabilecek sancak beyleri, surun en güvenli bölümünde yer alan bir iç surda yaşamaktaydı. I. Murat, Sarayının da bulunduğu bu İçkale’nin hemen karşısına Şahadet Camii’ni, belki de, Roma-Bizans devrinde olduğu gibi kamusal binaların bir alanda toplanmak düşüncesiyle yaptırmıştı. Ancak, yine de bu bölgede alan olabilecek bir boşluğun olmadığı ve söz konusu yapıların karmaşık bir biçimde bulunduğu görülmekte. Bu açıdan ne günümüz anlamında, ne de Roma dönemindeki bir alan anlayışı Osmanlı şehirlerinde olmadığını söyleyebiliriz. Belki de buna gerek duyulmadı. Örneğin Bursa’daki her mahalle cemaatı mescitte toplanıyor, sorunlarını tartışıyordu. Zaten forum/meydanın anlamı, hemşerilerin sorunlarını tartıştığı geniş ve açık mekânlardı. Osmanlı şehirleri, mahallelerden oluşan tümler olduğu için, sorunlar mahallelerde tartışılıyordu. Tüm şehri ilgilendiren konular da cuma camisi olan Ulucami’de, Cuma günü tartışıldığını düşünüyoruz. Çünkü bu caminin zaman zaman mahkeme binası, zaman zaman eğitim kurumu olduğu düşünülürse, Bursalıların sorunların Ulucami’de tartıştıklarını söyleyebiliriz. Belki de bu nedenle gereğinden çok fazla olarak geniş, ferah ve havuzu bile olan mekân olarak tasarlanmıştı. Gerçi alanlar açık olur, ama Ulucami bu açıdan alan işlevini gören bir mekân olduğu söylenebilir. Bursa’nın merkezini belirleyen bir meydan aranıyorsa, orası Orhan Camii ile Ulucami arasında olmalı. Çünkü Orhan Bey döneminden itibaren günümüze kadar kentin merkezi bu bölge idi. Bunun en önemli nedeni, çarşı ile kentin en büyük cuma camisinin bulunduğu yerdir. Ulucami’nin doğusunda, bir ihtisab (Belediye) çardağı vardı. Ulucami’nin batısında bulunan yapıların ise mahkeme binası olarak kullanıldığı sanılıyor. Ancak burada geniş bir alan yoktu. Sadece, bugünkü belediye binası önündeki boşluk, uzun yıllar Şeyh Küşteri Meydanı olarak anıldığı bilinmekte. Bursa’da mesire yerleri ve parklar Bursa kent içinde veya hemen yanında geniş bahçe ve parklar var. Bu bahçeler doğal alanlar olmayıp bakımı yapılan yerler. Bunlar kentte yaşayan insanların yorgunluklarını gidermek üzere geldikleri mesirlerdi. Bursa’da sayısız mesire alanı olup çok eski bir mesire kültürü vardı. Bu mesire yerleri, genellikle Cuma, Cumartesi ve Pazar günü gibi dinsel tatil günlerinde olduğu gibi, bayram ve diğer özel günlerde kullanılmaktaydı. Bazen her semtin mesiresi ayrı olduğu gibi, her din mensubunun da mesire yerlerinin ayrı idi. Mesire yerlerinden bir kısmının Bursa’da olduğu gibi kent içinde olduğu dikkate alındığında, bir meydan işlevi sürdürdüğü özellikler de içermekte. Bu tür alanların başında Atıcılar ile Pınarbaşı gelmekte. Bursa’daki her mahallenin ortasında ufak bir alan bulunurdu. Bu alanları belirleyen en önemli unsur ise çınar ağacıydı. Her alanda mutlaka bir-kaç çınar ağacı var, bu ağaçlık doğal olarak burada bir alan oluşmasını sağlardı. Alanla çınar ağacı Bursa’da bütünleşen unsurlar olmuştu. Bursa’da çağdaş meydanlar Bursa’da batılı anlamda ilk meydan kültürü, 1855 depremi sonrasında kentte yapılan onarımlar sırasında oluşmuştu. Bursa’da meydan olarak anılan yerler, daha çok bazı boş alanlar idi. Meydancık Mahallesi de böyle bir yerdi. Bursa’da modern anlamda yapılmış ve bu amaçlarla kullanılan iki önemli alan vardı. Bursa’da modern anlamda ilk yapılan meydan Tophane/Osmangazi Meydanı idi. Bu alanda yapılan ilk düzenleme Ahmet Vefik Paşa döneminde yapılmıştı. (Max Georgina Müller) 19. yüzyılda Bursa’ya gelen Hayrullah Efendi’ye göre bu alanın kuruluşu şöyle anlatır: “Kent halkı, hisarın içinde dağlarca yığılmış kalmış olan molozları kaldırıp Osman Gazi’nin gömülü oldukları Davullu Manastırı’nın eski sınırlarının bulunduğu yerde 5 zira alan ortaya çıkarılmıştır... Osman Gazi Türbesi birçok ufak ve harap evlerin arasında kalmış olup, şimdi söz konusu evlerin yeri islimlak edilip, geniş bir alan yapılmıştır.” 19. yüzyıldan başlayarak Osmangazi Meydanı, bazı resmi törenlerinin yapılan bir alan olmuştu. Özellikle de milli bayramlarda mutlaka uğranılıp en azından türbelerde dua yapıldığı bilinmekte. Bu gelenek, günümüze dek geldi. Hatta meydana, 1880’li yıllarda bir de saat kulesi yapılarak, alan özelliği pekiştirilmek istenmişti. Bursa’da yapılan ikinci meydan, 1908 yılından sonra Yeşil külliyesindeki boşlukta yapılmıştı. Meşrutiyet döneminde düzenlenerek, Hürriyet Meydanı adı verilmişti. Bu tarihlerde yapılan törenlerin büyük bölümü, bu alanda yapıldığı gazetelerden anlaşılmakta. Hatta Yeşil Meydanı’nın yaptığı işlevi gösteren bir gazete haberinde şu bilgiler verilmekte: “(Meşrutiyet Bayramında) halk (yavaş yavaş Yeşil Meydanına toplanmaya) başlamıştı. Program mucibince tezahurata iştirak eden muhtelif heyet saat ikide Yeşil Meydanındaki (özel bölümünde yerini almıştı). Belediye tarafından (hazırlanan) kordona, hürriyetin kırmızı, beyaz, krep ve kurdeleleriyle yükselen tak-ı ihtişamı bütün nazarlarda pek (güzel) bir manzara teşkil ediyordu. Saat ikide Yeşil Meydanını dolduran 20 bine (yakın) halk dalgalandı. Bütün dudaklardan marur ve mesrur bir cümle döküldü. (Parıldıyan) gözler Yeşil Caddesi’ne çevrildi....” (Ertuğrul Sayı 233- 30 Temmuz 1914) Cumhuriyet Meydanı Çağdaş anlamda Bursa’nın ilk alanı Cumhuriyet Alanı olmuştu. Tıpkı binlerce yıl öncesi Bursa’sında olduğu gibi tüm resmi binaların toplandığı, Batılı anlamda bir gerçek alan. Aslında bu alan, 1880’li yıllardan başlayarak oluştu. Hükümet binasının burada olması nedeniyle Hükümet Meydanı olarak anılan bu meydanda birçok resmi binaların olduğu -bugünkü kadar geniş olmasa da- bir alan vardı. 1884 yılında Bursa’ya gelen İbnü’l- Celal Sezai’nin verdiği bilgiye göre alanda şunlar vardı: “Bursa Hükümet Konağı epeyce geniş bir alana bakan birkaç daireden oluşur. Alanda, kapıdan girilince cepheye gelen daire vali ve erkân-ı vilayettin bulunduğu dairelerdir. Diğerleri diğer vilayet dairelerindir. Hükümet Konağı’nın yanında bulunan Mekteb-i İdadi de çok güzeldir. (Ve tiyatro binası vardı).” Önceleri Valilik Binası’nın çevresi de duvarlarla çevriliydi. 1920 yılında artık, Hükümet Meydanı’nda bazı resmi törenlerin de yapıldığı en önemli alan oldu. (Millet Yolu Sayı 100, 4 Haziran 1920) I. Dünya Savaşı’ndan önce çıkan yan gında bu yapılar yanarak yok oldu. Bir süre Hükümet Binaları Cumhuriyet Caddesi üze- rinde bulunan Perşembe Hamamı yanındaki eski tütün deposu civarındaki binaya taşındı. I. Dünya Savaşı sonunda o da yanınca, bugünkü Hükümet Binaları, 1927 yılında yapıldı. Alanın ortasında bulunan Atatürk Anıtı’nın yapımına 1925 yılında başlanıp 29 Ekim 1931 tarihinde açılışı yapıldı. Bugün birçok yeni alan oluşturulmuş olsa da, modern anlamda kent merkezini oluşturan yer, Cumhuriyet Alanı idi. Şehirler mi insanları güzelleştirir? Bursa’da bugünlerde önemli bir kentsel dönüşüm yaşanıyor. Geçen hafta başlatılan bu iki projeyle, kentte yapısal bir değişiklik yaşanacak. Büyükşehir Belediyesi’nin sürdürdüğü Merinos ve Kültürpark projeleriyle bu iki projeyi karşılaştırdığımızda, tüm bu projelerin bir ortak noktasının bulunduğu görülür. Tüm bu projeler, Bursa’da bina yıkan, yeşil alan yaratan projeler… Ne mutlu ki, artık yerel yöneticilerimiz, Bursa’ya yapılacak en iyi hizmetin yıkmak olduğunu anladı… Bursa’da kentsel dönüşüm amacıyla yıkmak için en çok çaba gösteren de Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe’dir. Belediye bütçenin büyük bölümünü yıkmaya ve tarihi eserlerin korunması harcıyor… Hilmi Yavuz, bir yazısında, ‘Şehirler mi insanları güzelleştirir, insanlar mı şehirleri’ diye sorar. Yıllardır bazı çirkin insanlar Bursa’yı beton yığını yaptı, çirkinleştirdi. Çirkinleşen bu şehir de, giderek insanları da çirkinleştirdi. Dilerim ve umut ederim ki; bugün Bursa’da yaşayan güzel insanlar, Bursa’yı güzelleştirir, güzel Bursa’mız da, hemşerilerimizi güzelleştirir…

Diğer Haberler