Yazarlar

Neden Bursa’ya gitmeli?

post-img
Uludağ’ı hep, kayak yapılan karlı bir dağ olarak hayal ederiz. Ve sadece kışın, kayak yapmak için gidilen bir eğlence yeri olarak tanınmıştı. Oysa Uludağ’ın yazı, kış mevsiminden daha güzel olduğunu biliyor muydunuz? İşte bu nedenle, Bursa’ya gelen yabancı gezginler mutlaka Uludağ’a çıkarlardı. Ama kızak kaymak için değil, bahar veya yazın ortaya çıkan binbir çeşit çiçekleriyle, yeşilin tüm tonlarını barındıran ormanlarını görmek için... Miss Pardoe, 1834 yılında geldiği Bursa gezisinde Uludağ’a neden çıkılması gerektiğini şu hikâye ile anlatır: “Geveze bir berber üzerine bir fıkra duydum. Bir müşterisinin yüzünü tıraş ederken, ona yabancı ülkelere yaptığı yolculuklar hakkında sorular sormuş. Aralarında şu konuşma geçmiş. -Sanırım orduya bağlısınız efendim, Mısır’da bulundunuz mu? -Evet. -Gerçekten mi? Öyleyse Ehramları gördünüz değil mi? -Biraz. -Yunanistan’da da biraz yolculuk ettiniz değil mi? -Biraz. Yunanistan’ın güzel bir yer olduğunu duydum. Atina ve başka yerler de çok güzelmiş. Penisula’da savaştınız, değil mi? -Bir-iki kez. -İspanya çok güzel yermiş. Gilbas’ı okudum. Orayla ilgili çok iyi bilgi veriyor. -Çok bol. -Hiç Doğu ve Batı Hindistan görevinde bulundunuz mu efendim? -Her ikisinde de. -Gerçekten siz iyi bir turistsiniz. Herhalde Paris’i gördünüz, değil mi? -Hiç görmedim. Elleri köpük içinde kalan berber, bu yanıtı alınca; -Paris’i hiç görmediniz mi? Ya! Demek Fransız başkentini görmediniz. Öyleyse siz hiçbir şey görmemişsiniz...” diyerek şaşkınlık içinde kalmış. Bunun gibi, Doğu’ya yolculuk eden, Boğaz’da bir kayıkla süzülüp geçen bir insan, Türkiye’nin her yöresini gördükten sonra, Uludağ’ın doruğunda bir çubuk içmeden dönerse, “hiçbir şey görmemiş” demektir.” Uludağ’a önceleri nasıl çıkılırdı? Uludağ’a önceleri katır veya yaya yoluyla çıkılırdı. Çocukluğumda bile bu katır kervanlarının dağa çıktıklarını hatırlarım. Bu yolculuk, bazen odun kesmek için olduğu gibi, genellikle dağdan buz getiren katır kervanlarıydı. Uludağ’a çıkan bu işlek yollar, 20. yüzyılın başına kadar faaldi. Ancak bu yollar, son derece dik ve sadece bir katırın geçebileceği patika yollardı. 1995 yılında Atlas dergisi için kapak konusu olan bir Uludağ yazısı yazmıştım. Bu yazı için Uludağ’a çıkan bu yolların hangileri olduğunu bir türlü bulup da yazamamıştım okurlara. Ancak bugün bu yolların birçoğunu, gezginlerin anlatımından çıkmak olası. 17-18. yüzyılda, birçok bayan gezginin bile bir dizi maceracı göze alarak çıktığı Uludağ’a neden ilgi göstermiyoruz. Yüzyıllardır yapılan bu katır kervan yolculuğunun izlerini saptayarak, nostaljik yürüyüşler yapılamaz mı? Ama önce Uludağ çıkan katır yollarını öğrenmemiz gerekecek. 1848 yılında Bursa’ya gelen Dr. Bernard’a göre de Uludağ’a çıkan en iyi yol Çekirge’den. O’na göre de Bursa’dan Uludağ’a üç yol vardı. Birincisi Teferrüç’ten geçip dağın ilk kısmındaki Yörük, ya da Gaziyayla/Kadıyayla’ya çıkan yol. Bu yol kestirme olmasına karşın çok yokuş. Fakat Müslüm Köşkü yanından Gökdere’nin solundaki yol daha çok tercih edilirmiş. Üçüncü yol, daha uzundur. Gökdere’nin sağındaki bayırın üzerinden çıkılarak Elmaçukuru Yaylası’na ulaşır. Yokuşu çok dik değildir. Bu yolla dağın Sobran Yaylası denilen ikinci bölümüne varılır. Çekirge’nin üstünden, Çongora yanından, Gökdere üzerindeki yol da, yine buraya ulaşır. Dr. Bernard çıktığı yolu şöyle tarif eder: “Bu yolların hangisinden çıkılırsa çıkılsın ilk önce dağ eteğinde birikmiş gibi düzlük görülür. Bundan sonra kayalaşmış bölümlerle dolu sünger taşlarına rastlanır. Civardaki bitki topluluğu çoktur. Çınar, meşe, gürgen gibi ulu ağaçlardan oluşan ormanlar, birçok gölden geçilerek Kadıyayla’nın en güzel yerine gelinir. Buraya kadar olan bölüme gürgen bölgesi denir.” “Civarda, dağ doruğundan kopup gelen çok iri kaya parçalarını gören bazı safdiller, bunları devler getirmiş sanır. Bu kayaların en büyüğü Kırkpınarlar’ın öte tarafında Dombay Çukuru denilen yerdedir. Zirveye çıkmak isteyenler, burada biraz dinlenirler. İki saatlik bir çıkıştan sonra doruğa varılır.” Mari de Laune da çıktığı yolu ayrıntısıyla anlatıyor “Uludağ’a birçok yoldan çıkılır. En kolayı Çekirge yoluyla çıkılır. Birinci yol, kestirme biçimde giden yoldur. İkinci yol Müslim Köşkü tarafından Gökdere’nin solundan gidilir. Bu yol pek işlek değildir. Üçüncüsü ise; Elmaçukuru Yayalası’ndan Sobran Yayalası’na çıkan yoldur. Bu vadi geniştir. Çekirge yolu ise, köyün arkasından gider.” “Yaylalara gitmek için hangi yolu tercih ederseniz edin, karlar eriyip kabaran suların taşıdığı taşlı bir yoldan gidersiniz. Yarım saat kadar yürüdükten sonra yol, büyük meşe ağaçlarının bulunduğu ve ulu kestanelerin ve çınar ağaçlarının bulunduğu ormanın arasında geçer.” “Bir saat kadar daha meşeliğin serin gölgeleri içinden geçildikten sonra Gazi Yaylası’na gelinir. Bu yayla çeşitli güzel çiçeklerle doludur. Yaylanın güneyi ise çok yüksek bir kayanın oluşturduğu doğal bir duvar ile çam ağaçlarından oluşur. Buradan Bursa Ovasını ve Nilüfer ırmağını görmek olasıdır.” “Buradan sonra çam ağaçlarından oluşan güzel bir ormandan geçilir. Bu etap çok güzel manzaralarla doludur. Ormanda herkes istediği gibi ağaç kesip-biçer ki, ülkeye büyük zararları olur. Bir ağaç için 10 ağaç ziyan edilir. Önemsiz bir şey için veya kaşık yapmak için kocaman ağaçlar kesilir. Mera açmak için de ormanlara zarar verilir. Bu ormanlar, özellikle ilgisizlik nedeniyle yok olacak.” “Çam ağaçları 1800 metre yükseklikte kaybolur, yerini bir çayırlığa bırakır. Oradaki bir çimenlik alanda temiz ve buz gibi soğuk dereler vardır. Bu nedenle buraya Kırkpınar denir. Bu derelerin çoğunda alabalık vardır. Zaten oraya çıkılırken hazırlıklı gidip, olta veya ağ alınır.” “Keşiş Dağı vadisinin her tarafında av hayvanı olup av yapılır. Kayın ağacı meyvesi ve palamut, kestane gibi hayvanlarla beslenen bu hayvanlar için çok güzel bir ortam var. Gürgen, meşe, ceviz, kestane ıhlamur, çam gibi ormanın esas ağacını oluşturan bu ağaçlardan başka çok zengin bir bitki topluluğu bulunmakta. Yaprakları büyük, bir tür bitki hindibası, böğürtlen, kekik otu, sağirdeli acı marul, ferfeyun, yaban lalesi, gibi birçok bitki vardır. Keşiş Dağı’nın fındığı dahi çok güzeldir. Keşiş Dağı’nı zirvesine kadar çıkıp inmek 12 saat sürmektedir.” 1833 yılında Bursa’ya gelen Texier’e göre Uludağ’a giden yalnız bir işlek yol vardı: “Güney tarafından çıkıp yarım saat yürüdükten sonra yüzyıllık ceviz, kestane, gürgen, meşe ağaçlarının koyu gölgelikleri altında gizlenmiş ve kayalardan oyulmuş, kat kat yükselen muhteşem bir alana gelinir. Yol, derin ve tehlikeli bir uçurum boyunca kıvrılarak gider. Burası Olimpos’un en ünlü vadisi olan Gökdere’nin yüksek oyukları, özellikle karlar eriyip sellerin kayaları ve ağaç köklerini yuvarladığı zamanlarda son derece gösterişlidir. Yaklaşık olarak bir saat daha yukarı çıkılarak, üç tarafı açık ve güneyden cins kayaların bulunduğu bir yaylaya gelinir. Bu noktadan Uludağ’ın tüm vadileri sayılabilir. Sağda Gökdere, solda hesapsız bir derinlikte Arganthonius Dağı’nın dik silsileleri ve ufukta ise deniz görünür.” Uludağ’a doğal bir botanik bahçesidir Uludağ bir flora, doğal bir Botanik bahçesidir adeta. Bir demet çiçektir... Uludağ’da 791 çeşit çiçek olup bunların 104’ü sadece Türkiye’de, 28’i ise sadece Uludağ’da yetişir. Yazın ortasında bile yeşil yüzlerce tonunu görebilirsiniz. Ya bu yüce dağdan baktığınızda gördüğünüz manzara... Uludağ’dan sizi büyüleyecek manzaraları görebilirsiniz. Dr. Bernard Kadıyayla’da gördüğü manzarayı şöyle anlatır: “Ortada bir soğuk pınar çağlar. Yerler nefis çiçeklerle ve yeşil çimenlerle örtülü. Buradan az geriye çekilip kuzeye bakılınca görülen manzara kalemle yazılmaz, dille söylenmez. Özellikle dağ eteğinde kubbe ve minareleri, hanları, eski kalesi, türlü ağaçları ve büyük bahçeler içindeki evleriyle Bursa kenti; bölük bölük çimen ve çiçek tarlalarıyla Bursa ovası ve bu yeşillik arasından yüzlerce küçük derelerin karıştığı gümüş bir kanal gibi akan Nilüfer görünmektedir. Apolyond Gölü, Mudanya körfezi, Mar- mara Denizi, sonra sağa doğru Yenişehir Ovası görünür. Güneyde ise görüntü bambaşkadır. Göklere uzanmış Uludağ ve bu dağın insana dehşet veren bayır ve uçurumları, ormanları o şekilde görülür ki, tarifi mümkün değildir.” Baptistin Poujulat de kış mevsiminde geldiği çıkamadığı bu gizemli dağ için birçok bilgi toplamış: “Bithynia Olimposu üç bölüme ayrılıyor. Öyle ormanları var ki, baltalar asla bu davasal ağaçlara değmezmiş. Bu ağaçlar taa uzaklara uzanıp girilmez yaprak kubbeleri oluşturur. Asırlık gövdelerinin çevresinde tırmanan bitkiler ve çiçeklerle serpilmiş yosunlar bitiyor.” Hele zirveye çıktığınızda gördüğünüz manzara çok daha renkli olacaktır 1833 yılında Uludağ’a çıkan Texier’in tasvir ve anlatımları ise en ayrıntılısıdır: “Göçebeler vadilerde, gürgen ormanlarından çam ormanlarına kadar olan bölgelerde oturur. Dağın kadife gibi çimenlerinin yer aldığı sınırı ender olarak aşarlar. Uludağ’ın duygulu ve şiirimsi görüntüsü içinde yaşamlarını geçiren bu insanlar, özellikle Bursa yöneticilerinin kötü uygulamaları nedeniyle gördükleri zarardan sürekli şikâyetçidirler. Kerestecilik işlerini usulsüz, kuralsız yaptıklarından, bir ağacı kesip biçmek için on ağacı tahrip ederler. Mera ve ormanlardan yararlanma hakkını çok kötü kullanan bu göçebeler, çok küçük bir çıkar için en güzel ve çok değerli bir ağacın gövdesini tahrip ederler. Gelecek yıl için çayır yetiştirmek amacıyla körpe ve küçük fidanları yakarlar. Uludağ’ın bir bölümünde, bu tür nedenlerden dolayı yeni büyüyen ağaçlar zayıf ve çelimsiz kalmıştır. Kereste kesimi için dağın eğimi az olan doğu yamaçları tercih edilirdi. Burada nakliye kısmen daha kolaydır. Fakat o derece ilkel bir tarzda çalışırlar ki, tekerlekleri kötü yontulmuş ve kötü bir şekilde takılmış olan arabalar¨n arkasındaki uzun ağaçlar haykırarak gıcırdarlar. 10- 12 çift öküz ancak bir gürgen ağacını ağır ağır çekerek, 5-6 günde ovaya indirir. Tekerleklerin ve hayvan ayaklarının yollarda açtığı çukurlar yürümeyi engeller.” “Bu keresteler, İstanbul’a taşınmak üzere çoğunlukla İzmit’e götürülür. Batı yakada da büyük ölçekte kerestecilik yapılır. Fakat bu yöredeki ormanlar çok azalmıştır. Burada yer alan köye, Odunluköy denilmiştir.” Uludağ’ın zirvesinde ne vardı? Gezginlerin anlatılarından Uludağ’ın zirvesinde bir kilise veya bir yapıdan sözedilir. Örneğin Mari de Laune şunları yazar: “Dağın iki yüksek tepesi, sanki üzerinde biri tutuyormuş gibi çok büyük kayalar vardır. Bu kayalardan bazıları bir saray kalıntısı veya kale kalıntısını andırır.” “Önceleri tanrıların barındığı bu yerde, Zeus’un karakaşlı yağmur tanrısının, bulutları toplayarak yıldırım yaptığına inanılır. Bu tanrılar, bir de burada bir tapınak yaptırdığı söylenir. Afrodit veya Venüs adındaki tanrılara, özellikle Venüs Olimposu’na ait bir tapınak yaptırdılar ki, daha sonra Hıristiyanlar bu tapınağı Saint Michael Arjanij adına bir kiliseye çevirmiş. Sonradan bu dağa Keşiş Dağı denilmişti. İşte bu Keşiş Dağı, ulu tanrılara mesken ve canavarlar ile haydutlara mekân, dervişlerle, keşişlere vatan oldu.” “Dağının zirvesinde iki tepe vardır. Zirvenin iki ufak tepeciği arasında tahminen yüz dönüm civarında ve kar ile kaplı bir alan vardır. Dağın doğusunda bulunan zirve üzerinde taş ile yapılmış bir kalıntı görülmekte ve bu kalıntının vaktiyle Hıristiyan astrologlarına ait olduğu sanılmakta. Keşiş Dağı’nın zirvesinden bir kısım Kilise kabartmalı bir plan gibi görülmektedir.” Pockokce de çok daha önceki tarihlerde Uludağ’da gördüklerini şöyle anlatıyordu: “Yolumuz üzerinde bir koloni oluşturabilecek bir yer olan ve orada bir takım kalıntılar bulunan bir yere geldik. Türkler bu dağa, Asab-ı Keyf’in anısına yapılmış bir manastır bulunduğu için Keşiş Dağı der. Olimpos Dağı’nın ilk bölümü çok sarptır. Bu bölümde kestane, fındık, gürgen ağaçlarıyla kaplıdır. Biraz yukarıda Yörüklerin terk ettiği bir kamp vardı. İkinci bölümü de sarp ve köknar çeşidiyle kaplı. Buradan iki vadi oluşur. Alçak bir vadiden, ufak bir çay kenarından giderek yukarıya doğru çıktık. Derede alabalıklar vardı. Her gün Bursalılar kullanılmak üzere Bursa’ya kar taşır.” 1833 yılında Bursa’ya gelen Texier’e göre de zirvede bir manastır vardı: “Eskiden söylendiği gibi, Olimpos zirvesinin, bir yayla oluşturan iki başı vardır. Doğu tarafındaki başında kuru taştan yapılmış bir yapının kalıntısı görülür. Bu bir ufak kilise ya da manastır olabilir. Şekil ve yapımından hangi devre ait olduğunu belirleyecek hiçbir özelliği yoktur. Bizans imparatorları zamanında Olimpos vadileri, başkentin gürültüsünden kaçıp inzivaya çekilmek isteyenlerin mekânı oldu.” Bernard’a göre doruk; “Biri ötekinden yüksek iki çıkıntıya bölünmüştür. Keşiş diye anılan bu dağın üzerinde bir tapınak kalıntısı vardır. Bizanslılar zamanında yapılmış. Buraları eski zamanlarda putperestlerin tapınakları, Müşteri yıldızının başkenti sayılındı.” Uludağ’a Keşiş Dağı adı verilmesi boşuna değildi. Sadece zirvesinde değil, 20. yüzyılın başında Menthon, Uludağ’da yüz kadar manastırın yerini belirlemişti. Ancak bu manastırlardan sadece birkaçı bugün bilinmekte. Yıllarca Bursa’da yaşayıp Uludağ’a çıkmayan çok sayıda dostum var. Belki de, bu gizemli dağın sihrine kapılacağı korkusuyla çıkmamışlardı bu dağa... Uludağ, sadece kışın kayak yapılmak ve kar görmek için gidilen bir yer dağ değil. Ormanlarıyla, binbir çeşit çiçekleriyle, vahşi dünyasıyla ve üzerinde yaşaya Yörükleriyle dünyanın en ilginç zirvelerinden biri... Uludağ’a bir yürüyüş yapmadıysanız, sisler altındaki zirvesinden marur bir biçimde dünyaya bakmadıysanız, siz hiçbir yeri görmemiş sayılırsınız.

Diğer Haberler