Tanrı insanları erkek ve kadın olarak yaratmıştı önce... Milyonlarca
yıldır kadın-erkek arasındaki didişmenin bir tepkisi
olarak sanırım doğa, hem erkeğin, hem de kadının
özelliklerini taşıyan bir üçüncü cinsi yarattı. Birçok adlandırmalar
yapılan bu üçüncü cinse genel olarak “gay” deniliyor.
Ruhları bedenlerine uymayan bu insanlar, yüzyıllarca
hor görülmesine karşın son yıllarda yasal olarak da tanınan
bir cins olmuştur.
Gulamparalık
Osmanlı toplumunda erkekler, cinsel açıdan tercihlerine
göre ikiye ayrılırdı. Biri doğal olarak kadınlara ilgi duyan erkekler.
Bu tür kişilere zenne, yani kadın sever anlamına
gelen “zampara” denilirdi. Hem cinsine, yani erkeklere ilgi
duyan erkeklere de “gulampara” denilirdi. Gulam, erkek köle
demek olup gulam-pare(seven) kelimelerinden galat olmuştu.
Osmanlı toplumunda zamparalar olduğu kadar, gulamparalar
da az değildi. Bursa’da da gulamparalar az değildi. Bu
ilginin son 30-40 yıla kadar da sürdüğünü sanıyorum. Bunu
eski belge ve gazetelerden öğrenmekteyiz. Hatta 15-20 yıl
önce, doğup büyüdüğüm kent olan Orhangazi’de ilginç bir
olay yaşanmıştı. Kentteki birçok önemli kişinin gulampara
olarak yakalanması hakkında haberleri çıkınca, bunlardan
yüzlerce üyesi olan bir ortaklık kuruluşun bir yöneticisi olan
kiyi başkan, yeni yönetime almamıştı. Bunun üzerine bu gulampara
da, başkanın karşısında aday olup büyük farkla seçimi
kazanmıştı. Daha sonra uzun yıllar bu gulampara,
yüzlerce kişinin ortağı olduğu birçok önemli kuruluşlarda
başkanlık yaptı. Gulamparalığı ona, toplumda hiçbir zaman
olumsuz etki yapmadı, hatta diyebilirim ki, prestiji daha da
arttı. Benzer olaylar, çevre ilçe ve köylerde de çokça yaşanmıştır.
Eşcinsellerle ilgili kitaplar
Selçuklu ve Osmanlı dönemindeki kitaplara bakarak, bir
erkeğin hemcinsine âşık olup ilişkide bulunması hiç de yadırganmadığı
anlaşılmaktadır. Bir Selçuk Prensesi olan Keykavus’un
oğluna öğütlerlerinden oluşan “Kabusname” adlı
kitabında şu öğütleri yapar:
“Şehvete yenilip sevgili arzuladığın zaman, şehveti kendinden
uzaklaştırmadıkça erkek köle, ya da cariye satın alma.
Alma ki, şehvet yüzünden o anda çirkin dahi güzel görünür.”
Bir başka bölümde ise; “Eğilimin kul veya cariye olan hizmetkârlarından
birine olmasın. İkisine de eşit olarak ilgilenen.
Yaz olunca kadınlara, kışın oğlanlara meylet. Çünkü
oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse sağlığa
zarar verir.” Yavuz Selim’in kızı Fatma Sultan da, babasına
yazdığı bir mektubunda kocasından, “işi gücü oğlanlar derdindedir”
diyerek şikâyet etmekteydi.
17. yüzyılda Osmanlı ülkesine gelen Ricaut’un gözlemleri
de şöyledir: “Saraydaki genç adamlar birbirlerine karşı plantonik
aşklar yaşarlar... Lanetlemeler ve ölüm cezası bile bu
ateşi söndürmeye ve bu kötü alışkanlığı ortadan kaldırmaya
yetmemiştir. ... Fakat bu ihtiras sadece içoğlan arasında yaygın
değildir. Sarayın en saygıdeğer kişileri arasında bile çok
sık görülür. İç oğlanlarına karşı duydukları aşk yüzünden
onları odalarının penceresinde, camiye giderken veya hamamda
yıkanırken görmek için aceleyle bahaneler ararlar...
Padişahlar bile bu bozuk duygudan uzak kalmamıştır.”
16. yüzyılın ünlü Osmanlı tarihçisi Gelibolulu Âli, saray ahlakı
ile ilgili yazdığı “Mevâidü’n-nefais fi Kavaidi’l-Meclis”
adlı kitabında, eşcinsellik sanki doğal bir durum gibi gözükür.
Saderu (eşcinsel) bölümünde: “Günümüz de iyi huylu
gemici oğlanlarını, güzel kadınlardan üstün tutuluyorlar.
Çünkü güzel kadınların sevgililerinden korkulduğu için ilişki
gizlenir. Oysa delikanlılarla düşüp-kalkmak, arkadaşlığa
benzer açık ve serbesttir. Bundan başka “saderular, (eşcinsel)
barışta ve savaşta sahibinin yanındadır, ondan ayrılmaz”
denildikten sonra yörelere göre saderuların niteliklerini anlatır.
“Türk çocuklarıyla, Arap civelek oğlanların güzellikleri
kısa ömürlüdür. Yirmi yaşına varınca, âşıklarının gözünden
düşerler.” Yazar bir yerinde ise: “Cennetin hurileri ile oğlanları
çok kere birlikte anılır” ifadesini kullanma cesaretini
göstermişti. Meyhaneleri anlatan bölümde ise, “içki içenlerin
cuma günü akşamı kadınlarla cumartesi günü akşamı ise
tüysüz olanlarla” yattıklarını anlatır.
Bursa’nın ünlü gulamparası Şeyhüsilam Karaçalebizade
Gelibolul Âli, bir yere girilirken kapının çalınmasının öne-
mine dair bölümde verdiği bir örnek de ilginçtir: “Çağımız
Kadı’larından biri, büyük kazaskerlerinden birinin özel dairesine
girmiş. Kazaskeri kara kaşlı saderülardan (eşcinsel)
birinin yüksek köşkünü, insanlık hali coşan şehvet seli ile yıkamakta
bulmuş. Ayıbını öğrendiği için de (bu kişiye) sus
payı olarak istediği 150 akçelik Kadılığa atanarak işini yürütmüş.”
Aslında sözü edilen bu Kazaskerin daha sonra en
yüksek dini makam olan Şeyhüslamlığa kadar yükselen Bursalı
Karaçalebizade Abdülaziz olduğu değişik kaynaklardan
anlaşılmaktadır. Özellikle Naima tarihinde Karaçelebizade’yle
ilgili olarak şu ilginç bilgiyi verir:
“Hizmetinde üstü donu, şalvar, bol pantolon, kenarları yırtmaçlı
ve altın düğmeli entariler giyinmiş genç çocuklar bulundurur
ve halvet durumunda, düğmeleri çözük
tuttururdu. Merhumun baldır sefasına aşırı merakı vardı.”
Yine ünlü Bursalı şairlerden Ahmet Paşa’nın da, Fatih’in
Sarayı’ndaki bir oğlana âşık olduğu için Bursa’ya sürüldüğü
kaynaklarca yazılmaktadır. Eşcinsel eğilim, sıradan şairlerden,
şehülislam olan şairlerin bile şiirlerinde yer alır. Ancak
Osmanlı döneminde hamamcılar Kethüdası Derviş İsmail’in
1686 tarihinde yazdığı Dellakname-i Dilküşa adlı kitap bu
konuda benzersizdir. Kitapta, İstanbul’un tüm eşcinselleriyle,
onların erkek sevgilileri anlatılmaktadır. Kimsenin cesaret
edemeyeceği yazıların yer aldığı böyle bir kitabı bugün
bile yayınlayabilmek güçtür.
Dünyada erkek erkeğe ilk evlilik Bursa’da
Yüzlerce yıldır hep hor görülen ‘gay’lar, son yıllarda
önemli haklar elde etti ve üçüncü cins birçok ülkede resmen
tanındı, 1989 yılında da, Gay’ların erkeklerle evlenmesine
izin verildi. Oysa çok daha önce Bursa’da iki erkek evliliği
gerçekleşmişti.
Yıl 1924. Koleksiyonumdaki bir Bursa gazetesinin haberine
göre Karahisar köyünde, Hüsniye Hanım adındaki bir
erkekçeğiz, kadın sanılarak evlendirilmiş. Zivaf gecesi sırasında
çıkan zorluk nedeniyle ailesinin dikkatini çekmiş ve
Hüsniye Hanım Operatör Dr. Emin Bey’e muayene ettirilmiş.
Doktor Hüsniye Hanım’ın hemen bir erkek olduğunu anlar.
Emin Bey’in ifadesine göre Hüsniye Hanım kusursuz bir erkekti.
Sadece erkeklik uzvu kasığa yapışmış olup ne bir
rahim, ne de bir meme vardı. Doktor, Hüsniye Hanım’ın çarşafını
derhal çıkartarak Hasan Efendi olması gerektiğini söyleyince
tereddüt ile karşılık veren Hüsniye Hanım, bu güne
kadar olan kadınlığından utanma duygusundan bir anda
kurtulamamış. Doktor tarafından ufak bir ameliyatla erkek
olup kocasının yanına yollandı. Böylece, bilmeden de olsa,
dünyada ilk erkek erkeğe evliliğin tescil edildiği yer Bursa
oldu.
Eşcinseller önceleri nasıl belirlenirdi
Bursalı Deli Birader unvanlı ünlü şair ile Geyikli Baba şeyhinin
Beşiktaş’ta açtığı hamamını da Murat Bardakçı, Türkiye’de
ilk gay kulübü saymakta. Sadece şair, yazar ve her tür
seçkin devlet memurlarının alındığı bu hamam, şikâyetler
üzerine kapatılmış.
Çocukluk yıllarımda askerde eşcinselleri ayırmak için ilginç
bir test yapıldığı anlatılırdı. Çırılçıplak acemilere, yere
atılan 25 kuruşlukları alması istenip, bu sırada arkasına
bakıp test yapıldığı söylenirdi. Kuşkusuz gerçek değildi bu...
Dostum Tankut Sözeri’nin deyişiyle, Yeniçerilerden kalan bir
gelenekti. Acemi Yeniçeri’nin eşcinsel olup olmadığını, bir
mangalın üzerine tutulmasıyla öğrenilmekteymiş. Mangal
üzerinde tutulan acemi oğlanı, sıcaklıkla gevşeyen kaslar nedeniyle
gaz çıkarması sağlar. Yapılan bu teste göre; erkek
olan Yeniçeriler, bu gaz çıkarma sırasında öyle bir sert olurmuş
ki, mangalda kül bırakmazmış. Bu nedenle bugün bile
erkek adamlar için söylenen, “attı mı (os..) mangalda kül bırakmaz”
deyimi de buradan gelmiş.
Bedene uymayan ruhlar
Bu yazıya hazırlarken, çocukluğumda, her sabah işe giderken
kızdırdığım “Kız Hamit” aklıma geldi. İnce sesli, yumuşak
ve kıvrak belliydi. Aslında kız diye kızdırdığımız bu
adamanın sonradan torunları bile olduğunu öğrendim. Bir
de “Kız Erdal” vardı. Kendisini “Kız Erdal” diye kızdıran çocukları
uzun süre meydanda kovaladıktan sonra yakalayıp
onlara: “Lütfen bana bir daha kız demeyin!..” derdi.
Bugünkü Kızyakup adlı mahalleyi de, işte böyle bedeni ile
ruhu uyuşmayan ince ruhlu bir erkek kurmuş olmalı. Rahmetli
Bursalı Zeki Müren de, her zaman bedeni ile ruhunun
uyumsuz olduğunu hissettirirdi. Yapılan bazı ciddi araştırmalarda,
tarihteki çok sayıda ünlü sanatçı, yazar ve siyaset
adamanın gay olduğu anlaşılmıştır. Bugün de, ülkemizde çok
sayıda ünlü gay sanatçı ve yazar var. Belki de bunlardan biri
içimizde. Tüm dünyanın tanıdığı bu üçüncü cinsi, Osmanlı
döneminden beri bizin çoktan tanıdık olduğumuz bir konu.
Bugün de onları tanımamıza ve anlamamıza bir engel yok...