Çocukluğumdan beri ilk kez bu kadar uzun ve sert sündü
kış bu yıl. Hani o dizlere kadar karın, kızakların çektiği arabaların
olduğu o eski kış günleri gibi. Neredeyse üç haftadır
kar Bursa’da kalkmadı.
Yıllar önce, öğrencilik yıllarımda, Doğu Anadolu’dan gelen
öğrenci arkadaşlarım Bursa’da iki şeye çok şaşırıyordu. Mevsimin
değişkenliği ile Bursalıların dinamik, hareketli değişken
yapısına bir türlü alışamıyordu bu dostlarım. Oysa Doğu
Anadolu’da mevsimler çok net, herşey ya beyaz, ya da siyahtı.
İklim ve mevsimlerle toplumlar arasında yakın ilişkiler
var. Bu nedenle, Osmanlı döneminde farklı mevsimleri ya-
şayan toplulukları da iklim olarak adlandırılırdı. Buna göre
dünya dört köşe, yedi iklim idi. Yedi iklimin sultanı da sanırım
Bursa’ydı.
Bursalılar çok şanslı. Dört mevsimi dolu dolu yaşıyor
çünkü. Baharın en güzeli olduğu kadar, kış mevsiminin de
en şiddeti Bursa’da yaşanır. Kışı sevmem ama uzun yıllar
oldu onu görmeyeli. Özlemiştim kışı. Oysa şimdi tüm vahşiliği
ile üstümüze çökmüş. Sıkıldım artık bu kara kıştan.
Yunan ve Roma mitolojisine göre kış, Persephone’nin tanrı
Hades tarafından yer altına kaçırılmasının bir tepkisidir.
Bahar da yeraltından yeryüzüne çıkmasıyla oluşurmuş. Bursa’nın
ünlü şairlerinden Lâmii Çelebi’ye göre ise (öl. 1532)
kış, Bursa’da bahar ile kış sultanlarının savaşından başka bir
şey değildi. Münâzara-i Sultân-ı Bahâr Bâ Şehriyâr-ı Şitâ adlı,
bir başka örneği olmayan kitabında, Bursa’daki kış ve bahar
mevsimlerinin mücadelesi anlatılır. M. Ş. Eğilmez 1939 yılında,
Uludağ dergisinde kitabın bir özetini yayınlamıştı. Bu
güzel kitap, geçen yıl Sadettin Eğri tarafından, “Bir Bursa Efsanesi”
adıyla yeni harflere çevrisi yayınlandı, orijinal diliyle...
Bursa’yı yazan yazarlar hep yeşilliğinden, güzel anıtsal
eserleri veya tarihinden söz eder. Aslında tüm bunları etkileyen
bir Bursa iklimi vardı. Lâmii Çelebi, bir kent için iklimin
ne kadar önemli olduğunu, işte bu kitabında tüm
dünyaya göstermişti.
Kış; kara mı, beyaz mı?
Sonbaharı hiç sevmem, hüzün verir bana. Tüm bitkiler
güçsüz kalır, adeta ölür. Bursa’da en çok ölümler de sonbahardadır.
Her sonbahar bedenimde tarifsiz bir ağırlık çöker.
Bu sıkıntılarımın nedenini Lamii Çelebi’den öğrendim.
Çünkü bedenim bir savaş geçirmekteydi.
Kış Sultanı, Uludağ’daki şatosunda yaşar herhal, Bahar
Sultanı da Bursa Ovası’nda... Sonbaharla birlikte, Uludağ’dan
Bursa’ya doğru ordusuyla ilerleyip tüm kenti ele geçirir Kış
Sultanı. Esir eder Baharı... Bembeyaz örtüsüyle Karakış, Bursa’nın
bağrına oturur, beyaz yeleğine sarılmış derviş misali.
İnsafsız ve Karamanoğlu Mehmet kadar gaddar Kış Sultanı.
İşte Lâmii Çelebi ustaya göre Bursa’ya kışın gelişi böyle bir
savaştan ibaret:
Zamanla gaflete düşen Bahar Sultanı, ülkenin kötüleşmesine
seyirci kalır, güzel olan ne varsa sararıp solmaya başlar.
Kış Sultanı da hemen harekete geçip, Zemheri askerini toplayıp
Lodos’un yardımıyla Uludağ eteklerinden Bursa’ya yayılır.
Beyaz üniformalarıyla tüm Bursa’yı sarar. Safkıran
kasırga Kaplıca’ya kadar inip, bağ ve bahçeleri tarumar eder.
“Sanırsın cümle ateş düştü cihana
Dünya erdi göklerin şaikasına
Baştan başa yer-gök altına bandı
Görenler dedi Bursa niye yandı?”
Dünyanın gözbebeği olan Nergis’in gözü kör olur, Bübül’ün
sesi kesilir. Gül, zamanın sayfasından silinir. Yasemen yele,
Nilüfer sele verir kendini. Bahâr Sultanı’nın keyfi bozulur,
gece-gündüz içip eğlenmekten ve sıcaklardan hastalanır.
Gülüp eğlenme yerine ağlamaya, inlemeye başlar. Ünlü doktorlar,
yani bulutlar kendisine can katan şifa ve şerbetleri
gökten akıtıp içirse de, iyileşmez bir türlü. Şifacı tanyeli, tedavi
için ne kadar uğraşsa da, artık yararlı olmaz.
Kış Sultanı, Bahâr Sultanı’nın hastalığını ve Bursa’nın perişan
durumunu haber alınca sevinçten coşar. Kalkıp oynar.
Ardından hemen savaş alanlarının saf kırıcısı olan Lodos’u
çağırır...
Bahâr Sultanı, dağın zirvesinden, tepelerden alçaklara,
oyuklara çekilir. Lodos, Kış Sultanı’na: “Bursa boştur, teşrifinizi
gözler” diye haber gönderir esen yelle. Nihayet bir
sabah, aslana binmiş olan güneş, nurdan askerleri, altın işlemeli
bayrağıyla doğudan baş kaldırır. Lodos da ortalığı birbirine
katarak Uludağ’ın zirvesine altın işlemeli, ateşler gibi
parlayan bayraklar diker...
Bahâr Sultanı, Lodos’a karşı durmaktan vazgeçerek ovaya
çekilir. Güneş korkusundan kaçıp saklanır, yıldızlar ise Kış
askerlerin korkusundan söner...
Kış askerleri, Uludağ zirvesine kadar ilerleyip sancağını
diker, Bahâr Sultanı’nın askerlerinin giysilerini soyup,
gümüş renkli elbiseler giydirir onlara. Artık Kış askerleri
tüm Bursa’ya zulme başlar. Lodos Kaplıca’ya vardığında ise
keyifler iyice kaçar, “fokur fokur” hiddetlenip harareti daha
da yükselir kaplıcaların...
Gökyüzü mâtem tutup karalar giyer, Yıldızlar kanlı gözyaşı
döker, Bursa dereleri, Kış Sultanı’na saki olup içki sunar. Kış
Sultanı; Timur gibi, Karamanoğlu gibi Bursa’ya o kadar şiddet
gösterir ki, gündüzler kaplumbağa gibi başını dışarı çıkaramaz...
Geceler ise kargalar gibi kendine kefen diker. Yılan ve karıncalar
güçsüz, şahinler avdan vazgeçer, Anka kuşu gizlenir,
böcekler siner. Âsuman mâtemlere bürünüp karalar giyer.
Gül, Yasemen, Lâle, Sümbül ve Nesrin derin bir elem içinde
ömür sürmeye başlar.
Bursalılar ise kahırdan meyhanelere düşüp, kilise ve camileri
terkedip ateşperest olur. Çünkü artık Bursalılar evlerinde,
ateşin etrafına ailece toplanıp karşısında saygıyla el
ovuşturur...
“Toprağı rüzgârından daha ferahlatıcı, suyu ölümsüzlük
iksiri gibi olan Bursa’da, gece ve gündüzün eşit olduğu mevsimde,
bu mübarek yurdun gözleri pîr-i fani gibi ağarıp,
elemle ateş gibi olur.”
Gel artık Bahar Sultanı, gel...
Bahâr Sultanı, Bursa Ovası’ndan Kış Sultanı’na karşı mücadeleye
başladığında her şey yeniden değişir. Güneş ve tatlı
rüzgâr kendini gösterir. Çiçekler açıp sümbül kokuları her
tarafa yayılır. Şiddetli soğuklar ihtiyarlayıp kar ve fırtına gibi
tâkattan kesilir. Kış Sultanı bu güzel yeri terkedip yenilgiyi
kabul etmek istemez önce...
Bahâr Sultanı, Kış Sultanı’na bir mektup gönderir. Mektup
onun önünde okunduğunda, kin dolu sinesi şimşek çakmış
gibi yanıp yakılır. Sabâ Rüzgârı’nın elinden mektubu alan
Sultan, gül yaprağı gibi mektubu bin parçaya bölüp ateşe
atar.
Bahâr Sultanı’nın casusu Nesîm’den, Kış Sultanı’nın durumu
hakkında bilgi alır. Sabâ Rüzgârı da, Kış’ın şiddet ve
zulmünden usanıp Bahâr Sultanı’na sığınır. Zaten artık Kış
Sultanı’nın zulmü her tarafta bıkkınlığa neden olmuş, kıtlık,
fakirlik tahammül sınırını aşmıştır.
“Pişmanız Şaha bu pîşelerden
Perişanız yavuz endişelerden”
Bursalılar da, Bahâr’a olan bağlılığını bildirir. Bahâr Sultanı
da Bursa’nın her tarafına mektup gönderip asker sayısını
çoğaltır. Uludağ eteklerine gelip savaş bayrağını diker.
Bahâr Sultanı; Çimen piyadeleriyle, Sebze’yi piyon gibi ön
saflara sıralar. Uludağ’ın tüm çiçekleri toplanıp savaş meydanda
görünür. Nesteren, Yâsemen, Semen, Nergis, Lâle,
Zambak, Şakâyık çiçekleri, silahlarla donanmış askerleriyle
dalgalı yeşil bir denize benzer. Ve her taraftan toplanmış askerleriyle
güneş gibi parlayan Nilüfer, ah Nilüfer...
Menekşe, askerleriyle meydanlara girdiğinde ise yeryüzü
sanki gökyüzünün rengini alır, masmavi olur. Gök yere inmiş
gibidir. Karanfiller, Anadolu yiğitleri gibi külahlar takar, Kalenderî
ve Haydarîler gibi renk renk giyinir. Hindistan’dan
gelen Sümbül de, dervişler gibi savaş meydanındaki yerlerini
alır. Güneş ve Ay, gümüş ve “altın tefleriyle” gizemli bir
raksa başlar...
“Eğildi dağlar denizlere gömüldü
Titredi yerler havalar görüldü”
“Mübalâ cenk olundu”
Öyle bir manzara oluştu ki, dışarıdan görenler yeryüzünün
battığını zanneder. Başına kara bulutlardan külah giyen,
dehşetli bir ejderhaya benzeyen Uludağ; Mehtap ve Yıldız’ların
Bahâr Sultanı’yla ittifakına tanık olur. Her iki sultanın da
dostu olan Kızılca-yel, arabulucuk yapmak ister önce, bir
oyana, bir buyana eser. Akça-yel ve Kuzey rüzgârı ise er meydanında
kozlarını paylaşmasını ister.
Bahâr Sultanı’nın askerleri, Uludağ’a doğru saldırıya geçip
Âbı-hayat yeri Mollaalan ile Doğlubaba’ya yönelir. Mollaalan,
Kurtbelen, Sarıalan yoluyla Kış Sultanı’nın erlerini önüne
katıp sürer. Bir kol da Şahimefendi, Karagölcük, Çatalhöyük’ten
yürüyerek Sarıalan’da buluşur. Artık Kış Sultanı yenilmiştir.
Zaferi kutlamak için sazlı, sözlü, eğlenceli günler
düzenler Bahar Sultanı.
“Zulmün amacı, yaşamı sona erdirmek ve bitkileri yok etmektir”
ayeti gereğince, Kış zulmü yeryüzünün bu eşsiz beldesinde
yüzlerce yıldır sürer. Bu savaş Bursa’da her yıl
tekrarlanıp gider.
Ah! Bahar Sultanı ah!... Nerdesin, gel artık. Yemyeşil bedenini,
tertemiz nefesini özledim... Gel artık... Ayaklarında yeşil
çimenden halılarınla, başında güneşten tacınla gel... Bizi,
ateşe tapan kâfirler gibi ateş karşısında saygıyla el kavuşturmaya
zarlayan “kara kaşlı” bu Kış’ın zulmünden kurtar.
Gel artık Bahar Sultanı, gel!..