Sürgün, hiç de sevimli bir sözcük değil elbet. Hele bu sürgün
yeri dünyanın en güzel köşelerinden biri olan Bursa
olunca, daha da anlamsızlaşır sözcük. İnsanın cennete sürülmesi
gibi bir durum bu!.. Böyle olunca ne sürgün edilen
üzülür Bursa’da, ne de üzülür Bursa... Bursa’ya sürgün gelen
gerçekten suçlu ise, tüm kötülüklerini yıkar kaplıcaların sarı
sularında, arınıp gider memleketine. Düşünceleri nedeniyle
sürülmüş olan aydınlar ise, bilgileriyle aydınlatır Bursa’yı...
Ve, Bursa’ya sürülen yüzlerce aydının, Bursa kültürüne çok
önemli katkıları olmuştur. Bursa’nın bir kültür kenti olmasında
sürgünlerin yeri büyüktür desek, hiç de abartı yapmış
olmayız.
İznik Sürgünü Şeyh Bedrettin
Osmanlı devletinde, Timur olayı sonrasında oluşan fetret
(karışıklık) döneminde Musa Çelebi’nin Kazaskeri olarak,
devrinin en önemli ve yüksek dinsel makamına getirilmiş
olan Şeyh Bedreddin, bir ilahiyatçı olmaktan çok, Batı tarzı
bir filozoftu.
Aslında Şeyh Bedreddin’in çağımıza ulaşan ünü, ne ilahiyatçılığı
ne de filozofluğu idi. Bedreddin’in ünü, o dönemde
daha çok toplumcu ve materyalist görüşler ileri sürmesiydi.
Şeyh Bedreddin, bir toplumcu düşünür olduğu kadar eylemciydi
de... Düşündüklerini eyleme geçirme gayreti göstermişti.
Şehzadeler savaşında Musa Çelebi yenilince, Bedreddin ilk
önce öldürülmek istendi. Bilim ve erdemine saygıdan dolayı
İznik’e sürdürülmekle yetinildi. İşte Bedreddin’in yaşamı
burada değişmişti. Görüş ve düşüncelerini, işte İznik sürgünü
günlerinde düşünüp kale almıştı. Hatta Bedreddin’in
burada öğrencilerine dersler bile verdiği söylenir.
Şeyh Bedreddin, 1413 yılında iki oğlu ve kızı ile sürgün
geldiği İznik’te Kitabü’l Teshil ve Nur’ul Kulub adlı kitaplarını
yazmıştı.
Bedreddin İznik sürgünlüğü sırasında, Dede Sultan unvanlı
Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal de Manisa çevresinde
oldukça fazla yandaş topladı. Ünlü tarihçi Hammer,
Börklüce Mustafa’nın yanında Müslüman’dan çok Hıristiyan
toplandığını yazar.
Şeyh Bedreddin, müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in
Aydın ve Manisa’daki hareketleri eyleme dönüşünce
tedirginleşti. İznik’te kalmak onun için artık tehlikeli bir
durum alınca, çocuklarını İznik’te bırakıp, Hacca gitme bahanesiyle
İznik’ten ayrıldı. Önce İsfendiyaroğlu’na sığındı.
Ondan umduğu yardımı alamayınca da bu kez Bulgaristan’da
Deliorman’a sığındı. Orman Denizi’nde saklandı bir
süre.
Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ise Çelebi Sultan Mehmet’e
yenildi. Şeyh Bedreddin ise korkuya kapılan bazı taraftarları
tarafından, Sultan’a teslim edildi.
Bedreddin uydurma bir mahkemede düşünceleri nedeniyle
idama mahkûm edildi. Bir sabah vakti, Bedreddin Serez’de
bir bakırcı dükkânının önünde, bir ağaca çırılçıplak
asıldı. Müritleri onu, gece gizlice alıp gömdü. Böylece Hammer’in
dediği gibi; örneği olmayan bir isyan bastırılmış oldu.
Ancak sabahleyin ağaca asılı boş ipi gören müritleri ve sevenleri,
Bedreddin’in öldüğüne inandı. Göğe çıktığa iman
etti. İşte bu nedenle Bedreddiniler, şeyhlerinin halen yaşadıklarına
inanırlar:
“dersin ki onu, mülhitlerini
ormandan ayırmak olası değil,
boynu laleden geçilmez
saçları taflandır, gözleri çağla
ve boynu ak ketende yaban çileği gibi
dağılan onlardı Lala
Bedreddin yaşıyor hala” (Hilmi Yavuz)
Baki Bed, Bursa’ya Red!..
Osmanlı devleti döneminde en özgür aydınlar, hiç kuşku
yok ki, şairlerdi. Şairler, sultanlar tarafından büyük itibar
görüp sofralarına davet edilir, sohbetler ederdi. Ancak şair
sözünün de bir sınırı vardı, o dönemde. Bu sınırı iyi ayarlamayan
şairler, bir bir sürülmüşlerdir Bursa’ya...
16. yüzyılın en ünlü şairi kuşkusuz Baki idi. O da, sürgün
cezası ile Bursa’yı onurlandıranlardan biri. Asıl adı Mahmud
Abdülbaki olan Baki, öğrenimini tamamladıktan sonra çeşitli
kentlerde kadılık ve müderrislik yaptı. Baki, Anadolu ve
Rumeli Kazaskerliği’ne kadar yükseldi. Divan şiirinin büyük
ustası olan Baki’ye Şairler Sultanı unvanı adı verilmişti.
Baki, kendisi de bir şair olan Kanuni devrinde yaşamıştı.
Kanuni her ne kadar şair olsa da her şeyden önce o bir Sul-
tan’dı. Hem de yerlerin ve göklerin sahibi Osmanlı Sultanı...
Baki ise özgür bir şair... Sonuçta Şair Baki’nin dizeleri, devleti
yöneten Kanuni’yi kızdırır. Baki’yi, sonsuza dek kalmak
üzere Bursa’ya sürmüştü. Ancak bu sürgün fermanı basit olmamalıydı.
Sürülen kişi devrin en ünlü şairi, süren kişi ise
devrin en güçlü devletinin başında ve aynı zamanda bir
şair!.. Baki’nin sürgün fermanının sonuna şair Sultan bir ikilik
ekler:
“Baki bed, Bursa’ya red.
Nefy ebed, azmi bülend” (Kötü Baki, sonsuza dek Bursa’ya
sürgün oldun, haydi dayan)
Baki bu ferman ile aman bile dileyemeden sürüldü Bursa’ya.
Şairimiz çok üzülmüştü. Sürgünden kurtulmanın en
iyi yolunun, şair Sultan’a yine yazılacak şiir olduğunu düşündü.
Bursa’daki sürgün günlerinde Kanuni’nin sürgün fermanına
yanıt hazırladı. Suçunu dahi bilmeyen şair, şu şiiriyle
Sultan’a bir dilekçe sundu:
“N’ola kim, nefy abed.
Azmi bülend oldunsa ey!... Baki
Bilesin ki cihan mülkü,
Değil Süleyman’a baki.
Şaha!.. Azminde isbatı,
Tehevvür eyledin, amma,
Buna çarkıfelek derler,
Ne sen baki, ne ben Baki!..”
İşte Türk şiirinin bu güzel dizelerini okuyan Sultan, iğneli
de olsa böyle şiir yazan kişiye ceza vermesinin doğru olmayacağını
düşünüp onu affetti. Baki’yi sürgüne yollayan onun
yazdığı şiiriydi. Onu sürgünden de kurtaran da yine şiiri olmuştu...
Çünkü şiir, dünyada keşfedilmiş en sihirli ve güçlü
bir ifade biçimiydi.
O günlerde sultanların mutlak ve acımasız gücüne karşı
direnen şairlere ne demeli? Darısı günümüz şairlerine diyelim.
Bir sözümüz de günümüz sultanlarına. Acaba böyle bir
eleştiri karşısında günümüz yöneticileri aynı hoşgörüyü gösteriyor
mu?
Ahmet Paşa’nın Bursa sürgünlüğü
Bursalı Ahmet Paşa, 15. yüzyılın en önemli şairlerinden
biri, belki de en önemlisiydi. Mezarı Bursa’dadır. Hatta adına
mescit ve mahalle de vardır. Fatih Sultan Mehmet’in haremlerinden
birine tutulduğu için onu denemek istendi önce.
Ahmet Paşa’yı da sürgüne yollayan yine şiiri oldu. Eski Osmanlı
antolojilerinde (tezkirelerde) bu olay ayrıntılı olarak
yazılı. Söylenceye göre Fatih Sultan Mehmet, Ahmet Paşa’nın
bu aşktan haberi olup bir sohbet meclisinde kendini sınamış.
Hasbahçe’deki şairler meclisinde, sakilik yapan ve
Ahmet Paşa’nın gönül verdiği güzel yüzlü genci görünce dayanamaz.
Saçının zülfünü bir külah içinde saklanmış olan
genç, mecliste hizmet ederken Paşa, bir an gençle göz göze
gelmiş ve saçının zülfünü göremeyince oracıkta bir ikilik
söyleyivermiş:
”Zülfün gidermiş ol sanem kâfirliğin konmaz henüz
Kesmiş veli zünnarını (papaz kuşağı) dahi Müslüman olmamış”
Fatih’in böylece Ahmad Paşa’nın kusurunu görüp Bursa’ya
sürdüğü söylenir. Ahmet Paşa, yine bir şiirle Sultan tarafından
afedilmişti. Ahmet Paşa, ünlü kerem ölçülü kasidesi sayesinde
afedilerek Bursa’da görev verilmişti. Hatta bazı
kaynaklara göre Fatih Sultan Mehmet, bu genç oğlanı Paşa’ya
hediye etmiş.
15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet’e övgüler düzen övgü
şairi Hamidi İsfahani, 1675 yılında Seyid mahlası ile şiirler
yazan Mehmet Efendi, 1711 yılında Abdülbaki Arif, Ferruh
Bey, 1733 yılında Bursalı Reşid, 1842 yılında Akif Paşa, 1755
yılında Abdi, 18. yüzyılın ünlü şairlerinden Nevres-i Kadim
Abdürrezzak Efendi, Parmaksız Emir adıyla anılan Garibi,
1720 yılında, Hicri ve Haşim mahlaslarıyla şiir yazan Deli
Esad Paşa, 1828 yılında Muhlis mahlasıyla şiirler yazanı
Mehmet Esad, 1883 yılında Hersekli Arif Hikmet, Galip
Paşa, yazdığı yergiler nedeniyle 1761 yılında Haşmet
Bursa’ya sürülmüş şairlerdi. 1754 yılında şair şeyhülislamlardan
Mehmet Esad ile 1756 yılında Osman Saib de Bursa’ya
sürülmüştü. 1793 yılında Malatyalızade İbrahim, 1818
yılında Zeyni de Bursa’ya sürülen şairlerdendi.
Abdülhamit devrinde Bursa sürgünleri
19. yüzyıla gelindiğinde ise Meşrutiyet ile modern Türkiye’nin
temelleri atılırken, Meşrutiyet devri aydınlarını bekleyen
en önemli ceza kuşkusuz sürgün olmuştu. 1858 tarihli
Ceza Yasası’nda da ta’zir cezalarında sürgüne yer verilirken,
Sadrazam’a da sürgün cezasını uygulama yetkisi verilmişti.
Sultan Abdülhamit tarafından Meşrutiyet Anayasası’na bile
konan sürgün cezası, yasal bir konuma ulaşınca, sürgünler
de artmıştı. Zaten o dönemde çoğu sürgün olan Bursa valilerinin
başlıca görevleri artık, Bursa sürgünlerini gözetleyip
Sultan’a bilgi vermekti.
Abdülhamit döneminin en önemli Bursa sürgünü aydınları
şunlardı: 1878-84 yıllarında, Türkiye’de ilk özel gazeteyi çıkaran
Agâh Efendi, 1895-6 yıllarında Necip Türkçü, ünlü gazeteci
ve edebiyatçı Süleyman Nazif, Türk resim sanatında
yağlı boyayı Batı anlayışı içinde ilk uygulayan ressamlardan
Ferik İbrahim, (1815-1889) ve Mevlanazade Rıfat.
O sırada tüm ülkede olduğu gibi Bursa’da da çok sayıda
jurnalci vardı. Bu dönemin jurnalbaşısı ise Fehim Paşa idi.
Fehim Paşa’nın gönderdiği sürgünlerle uğraşan Bursa’ya,
tam bu sırada Fehim Paşa da sürgün gönderilmesin mi?..
Buna çarkıfelek derler; aydınları Bursa’ya sürgün eden kişi
sonunda kendisi de sürülür Bursa’ya!..
Kendisi de bir sürgün olduğunu söyleyen Bursa Valisi
Mehmet Tevfik Bey anılarında; Bursa’daki başlıca görevinin
burada bulunan sürgünleri Sultan’a rapor etmek olduğunu
yazıyor. Bu tarihte Gazi Osman Paşa’nın ikinci oğlu ve Abdülhamit’in
damadı olan Kemaleddin Paşa, Bursa’da sürgündü.
Eğitim Müdürü, Necmeddin Molla’nın ağabeyi Ali Ata
ile Mehmet Bey adlı bir subay da sürgündü. Mehmet Ata’nın
sürgün nedeni ise sürgün cezasının uygulama yöntemi açısından
önemli: Mehmet Bey’in sürgün nedeni, vapurda tanımadığı
bir kişinin sigarasını yakmasıymış. Çünkü bu kişi
velihad Reşad Efendi imiş.
Neden şimdi şairler sürülmez ki...
Son yüzyılda bilmem farkettiniz mi, Bursa’dan şair ve
yazar pek yetişmiyor. Son yüzyıla bakıp Bursa’da şair ve
yazar yetişemeyeceği yorumları dahi yapılıyor. Oysa Bursa
yıllardır şair ve yazarların esin kaynağı olmuştu. Tezkireler
adı verilen antolojilerden çıkardığım bir sayıya göre, 278
tane sadece divan şairi yetişmiş Bursa’da. Bursa’da okumuş
veya öğretmenlik yapanları bu sayının içine katmaya kalkarsak,
hemen hemen Pınarbaşı suyunu içmeyen yazar ve şair
yoktu Osmanlı Devleti’nde.
Bugün niye eskisi kadar çok ve iyi şair yetiştirmiyor Bursa,
diyebilirsiniz? Bence bir nedeni, artık sürgün cezası kalktı
da onun için... Evet, biliyorum, sürgün kötü bir şey, ancak
Bursa bu sürgünlerden çok şey kazandı. Sürgünlere de çok
şeyler verdiğine inanıyorum. Bursa’da yetişen şair ve yazarların
oranı ile Bursa sürgünlerinin çok yakın bir ilişkisi bulunmakta.
Ancak, bugün Bursa’da şair ve yazar yetişmesi
için Bursa’ya sürgün beklemek boşuna...
Günümüzün teknolojik çağında sürgüne gerek yok; ne
Bursa, ne de Hakkari taşradır artık... Bursa sürgünsüz de yetiştirecektir
yazarlarını, şairlerini...